Geç Kalanlar Üzerine Sohbet

Geç kalanlardan birisi gibiyim ama olsun…
Nesrin Üstkanat’ın 2009-10 sezonunda yönettiği ‘Geç Kalanlar’ oyununu Ankara Devlet Tiyatrosundaki dünya prömiyeri sırasında yazmaya niyetlenmiştim. Bir biçimde geciktim derken 2014-15 sezonunda Antalya Büyükşehir Belediye Tiyatrosunda Nofel Valiyev’in rejisiyle yeniden karşıma çıktı. Son olarak da 2016-17 sezonunda İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarında, yönetmen Nihat Alpteki’nin sahneye taşıdığı halini izleme fırsatı buldum.
Oyunun yazarı Pervin Özalp’e gelince; beş çocuklu ailenin dördüncü çocuğu olarak Merzifon’da başlayan bir yaşam, yatılı lisede yazılan şiirler, skeçler, öyküler, arada kazanılan ödüller, AÜ DTCF Tiyatro Bölümü, okulla birlikte başlayan seslendirme serüveni, 1985 yılında açılan sınavla Devlet Tiyatrolarında başlayan oyunculuk süreci, çok fazla tiyatro oyununda sahneye çıkmak, sayısını hatırlayamadığı turneler, dizi filmlerde oyunculuk, sekiz yıl boyunca günlük dizi olarak yayınlanan ‘Bizim Evin Halleri’ ise içlerinden unutulmaz olanı…
Pervin Özalp’in yazarlığına gelince; dört yıl boyunca pazar günlerinde yayınlanan radyo skeçleri, TRT Çocuk bölümüne yazılan diziler, reklam, animasyon senaryoları, özel televizyon kanalı için sit-com, ilk romanı ‘Ve Sustu Melek’, Devlet Tiyatrolarının edebi kurulundan geçen dört tiyatro oyunu, Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenen ‘Kuaförde Bir Gün’ ve yazımızın konusu ‘Geç Kalanlar’…
A. KADİR BOZKURT: Nasıl gidiyor yazarlık yolculuğu?
PERVİN ÜNALP: Ben hala kendime ‘yazar’ diyemiyorum nedense… Oyuncu olduğum konusunda -yaklaşık 35 yıldır sahnelerdeyim- itirazım yok ama bazen bir film, bir oyun izliyorum ve ben de günün birinde böyle şeyler yazabilir miyim diye hayranlık duyuyorum.
Yeni projelerim var tabii… Yazacağım oyunların snopsisleri hazır. Aklımda cümleler, sahneler uçuşuyor ama şu aralar nedense ben duruyorum. Yazmaya başladığımda iki-üç oyun aynı anda bitecek. Mutlu oluyorum yazarken de…
Roman yazmak çok zor bir iş… Hadi yazdın diyelim, okuyucuya ulaştırmak, okuyucu bulmak daha da zor. İkinci romanım nicedir yarım, hala bekliyor beni. Yakında bitiririm umarım.
Dizi yazmayı da deniyorum. Senaryo çalışmalarım var. 150 dakika yazmak zorunda olmak beni mutlu eder mi onu da tartmıyor değilim. Kısa film projelerim var; hatta ukalalık edip ben çekmek istiyorum, madem otuz yıldır bu işin içindeyim, boyumun ölçüsünü bir alayım diyorum.
A. KADİR BOZKURT: Bu sözler gençlere gönderme gibi…
PERVİN ÜNALP: Ben gençlere güveniyorum. Bana yazdıklarını gönderiyorlar. Emeklerine saygı duyuyorum ve her zaman destekliyorum. Bence yakın gelecekte çok güzel işler yapacaklar ki bugün bile güzel işlerine tanıklık ediyoruz. Cesurlar. Akıllılar. Yazmayı yaşam biçimine getirenler emeklerinin karşılığını alacak bence…
Dizi film yazan gençlerin daha çok gözlem yapmalarında yarar var. Araştırsınlar. Kavgayla tartışmayı, çatışmayla karıştırmasınlar. Dizi karakterlerini, yaşları, sosyal konumları, yaşadıkları, yaşayamadıkları, hayalleri ya da gerçekleri bazında konuştursunlar. Herkes aynı konuştuğunda yadırgıyoruz çünkü…
A. KADİR BOZKURT: Sen nasıl yön veriyorsun kalemine?
PERVİN ÜNALP: Her zaman sade bir dil kullanmayı tercih ettim, anlaşılmazlığı sanat yapmadım kendime…
Hepimiz öyle yoğun yaşıyoruz ki hayatı, öyle yorgunuz ki, kafalarımız o kadar dolu ki, bir cümleyi üç kere okumaya gücümüz, enerjimiz ve zamanımız yok. O yüzden sade, anlaşılır, daha gündelik yazmaya gayret ediyorum. Bu hiç kolay değil aslında. Bir arkadaşıma ‘Sade ve gündelik dille yazabilmek yirmi beş yılımı aldı,’ demiştim. Farklı yazanları da seviyorum, yanlış anlaşılmasın, benim tercihim bu yönde.
Doğallık hep tercihim olmuştur zaten; ancak günümüzde doğallıkla aleladelik karıştırılıyor, buna dikkat etmek lazım…
Bir de Erdinç Dinçer’le mim çalışırken bir cümle kurmuştu, hala aklımdadır; öyle ustalıkla ve doğal yapın ki performansınızı, seyirci ‘Ne var bunda, ben de yapabilirim,’ desin, ama sizin gibi yapamasın…
A. KADİR BOZKURT: Bu sözlerin ‘Geç Kalanlar’ oyununda nasıl karşılığını buluyor?
PERVİN ÜNALP: Geç Kalanlar bilinmedik bir konuyu işlemiyor aslında. Turgut (Özakman) Hocamız -rahmetli demeye dilim varmıyor, mekanı cennet olsun- derdi ki: ‘Yeryüzünde işlenmemiş konu yoktur, önemli olan konuyu nasıl işlediğiniz…’ Benim oyunumda da bildik bir konunun değişik işlenmesi var. İnsan ilişkileri, karı-koca ilişkisi, insanın kendine, karşısındakine, yaşama bakışı… beklentileri, kalıpları… hataları, günahları… Ana noktalardan biri de bağışlamanın insanı nasıl özgür bırakacağı aslında … Af ettiğin zaman kendini de beynindeki prangalardan kurtarıyorsun. Kendinle barışıyor ve hafifliyorsun. Af et ama ilişkinin sürüp sürmeyeceğine salim kafayla karar ver… ve geç kalma… ve yaşamı erteleme… ve yarın yokmuş gibi günü yaşa… Yarın mutlu olurum diye bekleme, bugünü güzelleştir ve mutlu ol… Anlamaya çalış, empati kur… Elindekilerin değerini bil ve sevdiğini söyle, geç kalmadan… yani hepimizin yaşamından satır başları…
Oyun kişileriyle özdeşleşen seyirci, yaşamına ayna tutulduğunu hissediyor. Her evlilikte, birliktelikte, ailede yaşanan sorunlar, benzer şeyler… O yüzden etkilendiklerini düşünüyorum. Gelen tepkiler de o yönde zaten; ‘Bizim evi mi gözledin?’ diyorlar.
A. KADİR BOZKURT: Yazdığın oyunun seyircisi olmak nasıl bir duygu?
PERVİN ÜNALP: Sen de bilirsin, insanı karmaşık duygulara sürüklüyor, heyecan, stres, keyif her şey var. Hep seyirciyi düşünüyorsun, beğendiler mi acaba, ne hissediyorlar, sonra yorumlarını duyuyorsun mutlu oluyorsun… Çok sıradan bir şey değil yaşananlar…
Geç kalmadan iki büyülü kelimeyi de sohbetimizin sonuna eklemek istiyorum: SİZİ SEVİYORUM…