Bir Namus Cinayeti Hikayesi ‘Dördüncü Ay’

En medyatik haliyle; ailesinin alışılagelmiş sınırlarının dışına çıkan kadının yaşamını ‘namus meselesi’ haline dönüştürmek ve aile büyüklerinin kararıyla canına alıcı olmak…
Bu gibi haberlerle gazetelerin üçüncü sayfalarında karşılaştığımızda, genellikle şöyle bir fotoğrafa göz atıyor, biraz daha meraklısı haberi yalandan okuyor, çok daha duyarlı olanları da ‘Yazık olmuş kadına…’ diyerek sonraki habere geçiyor.
Biz, Anadolu topraklarında yeşermeye devam eden namus cinayetlerini kanıksamaya devam ederken, İsveçli yazar Björn Boström, Dördüncü Ay (Den fjarde manaden – The fourth month) oyununda neler yapmış dersiniz?
İlk olarak oyunun hikayesine kaynaklık eden yaşanmış olayı anımsayalım: Bir Türk kızı 2002 yılının başlarında İsveç’in Uppsala şehrinde namus cinayetine kurban gider. Bu ülkeye yedi yaşında gelmiştir. Yirmi yaşında bilgisayar kursunda tanıştığı bir İsveçli gence aşık olmuş ama ailesinin tepkisinden çekindiği için aşkını gizlemeyi tercih etmiştir. Günün birinde ilişkisi ortaya çıkınca babası tarafından evlatlıktan reddedilir. O günden sonra ailesi tarafından sürekli olarak ölümle tehdit edilir. Yirmi altı yaşında da babası tarafından öldürülecektir. Genç kadının trajik hikayesi bizde olduğu gibi üçüncü sayfa haberlerinin arasına sıkışıp kalmaz. Cenaze törenine İsveç Veliaht Prensesi Victoria katılmıştır. İsveç’te namus cinayetinin sembolüne dönüşen kadının anısına, ölümünün 10. yılında bir anıt dikilir.
Bir pedagog olarak çalıştığı yıllarda bu olaydan etkilenen Björn Boström, oyunu yazmaya başlar. İlk sahnelenişi, kendi kurduğu Odysseteatern tiyatrosunda olacaktır. Bu yapım, bir sosyal sorumluluk projesine dönüşerek kamu kurumlarının desteğini arkasına alır ve bütün ülkede turne yapar. İsveç medyasından yoğun ilgi görür. İsveç, Fransa ve Hollanda ortak yapımı olarak da ‘Alina’ adıyla sinemaya uyarlanır.
Türk seyircisinin ‘Dördüncü Ay’ oyunuyla tanışması ise 2015-2016 tiyatro sezonunda Konya Devlet Tiyatrosu aracılığıyla gerçekleşir. Şaziye Dağyapan’ın Türkçe’ye çevirdiği ve dramaturgluğunu yaptığı yapım, Konya Devlet Tiyatrosu Müdürü Alpay Aksum tarafından sahneye taşınmıştır. İki kişilik oyunda Ferdi Dalkılıç ve Esra Erdemir rol alır.
Alpay Aksum ile Ferdi Dalkılıç’ın Antalya Devlet Tiyatrosu’nun kadrosuna geçişiyle Antalya seyircisi de aynı rejiyi izleme olanağı yakaladı. Bu kez kadın oyuncuyu Esra Şen canlandırıyor.
İsveç’te yaşanan olaydan kendi hikayesini yaratan Boström’ün tiyatro oyununda, trafik kazası geçiren baba, son nefesinde genç kızı abisine emanet ediyor. Tüm ailesini trafik kazasında yitiren delikanlının şiddete eğilimi bununla ilgili olmalı. Oyunda Türklüğüne vurgu yapılmıyor ama göçmen oldukları aşikâr. Son aile ferdine sahip çıkmayı yaşama biçimine dönüştüren evin tek erkeğinin, sert ve saldırgan davranışları arasında kız kardeşine sevgisi de gözlerden kaçmıyor. Ona, kazandığı paranın önemli bölümünü harcayarak cep telefonu bile alıyor. Cep telefonu kardeşine sevgisinin güçlü bir ifadesi! Aynı zamanda dünyaya açılan pencere demek! Ya da namus cinayetine giden yolun başlangıcı! Cep telefonu erkeğin trajik hatası sanki…
Bir insan, yaşamının anlamına dönüşen kişinin canına nasıl kıyabilir?
Oyun boyunca, namus cinayeti yüzünden kız kardeşini öldüren erkeğin vicdanıyla hesaplaşmasına tanıklık ediyoruz. İki kardeş, çağdaş bir tragedya kıvamındaki süreçte kaçınılmaz sona doğru çaresizlik içinde sürükleniyorlar. Kız kardeş, kendi yaşamının sınırlarını belirleyecek yaşa gelene kadar durumu idare ediyorlar ama kalbini İsveçli birine kaptırmasıyla sorunlar kapılarını çalmaya başlıyor. Keşke kimseler bilmese, ama öyle olmuyor. En başından beri iletişim yolları tıkalı. Giderek birbirlerine yabancılaşıyorlar. Kız kardeşinin İsveçli gençle ilişkisini kabullenmek, göçmen erkek için pek de kolay değil. Abinin tehditkar uyarıları aşkın önüne geçmeye yetmiyor. Tek çıkış yolu törelerin arkasına sığınmak gibi görünüyor abisi için. İletişimsizliğin doğurduğu yabancılaşma, insansızlaşmayı tetikliyor. Şiddetten beslenen erkeğin ezberinde başka seçenek yok çünkü…
Çok özenli bir dramaturgi çalışmasından geçtiği anlaşılan tiyatro oyununun dramaturgluğunu ve çevirmenliğini yapan Şaziye Dağyapan’ı kutlamak gerek. Görüntü tasarımını yapan Mustafa Uzman ile ışık tasarımını yapan Hakan Özdemir’in işbirliği, iki kişilik oyuna müthiş bir görsellik katıyor. Gürkan Çakıcı’nın müziği de atmosferi bütünlemiş. İki oyuncu da birbirinden başarılı ama Ferdi Dalkılıç fazladan bir alkışı hak ediyor.
Yönetmen Alpay Aksum ise bir araya getirdiği tüm bu ekiple birlikte kurduğu rejisiyle son derece başarılı bir yapıma imza atmış. Sahne dili kurulurken toplumsal ve sanatsal duyarlılığın dengeli bir şekilde kaynaştırıldığı dikkati çekiyor. Geri dönüşler ile vicdanı hesaplaşmanın iç içe geçtiği sahnelerin etkisi oyundaki gerilimi sürekli ayakta tutuyor.
Beni ‘Dördüncü Ay’ oyununda etkileyen ise İsveçli yazarın konuya farklı bir açıdan bakışı oldu. Bir ucunda cinayetin faili olan erkek, aynı zamanda öldürdüğü kız kardeşi kadar cinayetin kurbanı olarak işleniyor. Bu açıdan da namus cinayetlerine bakabilmeli aslında.