İbiş’in Rüyası ve geleneksel tiyatroya veda

Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ruhunu belirleyenlerin sanata bakış açısı, Anadolu insanının kültürel yaşamı derinden etkilemiştir. Tüm sanatları kucaklayan cumhuriyetin kurucu kadroları, gelişmiş uygarlıkların seviyesine ulaşmanın yolunun sanatçılardan geçtiğinin farkındadır. Devletin desteğiyle kurulan konservatuvar, Halkevleri ya da üniversiteler, batılı anlamda tiyatronun geniş kitlelere ulaşmasına olanak yaratır. Türk ve Müslüman kadınların sahneye çıkışlarını engelleyen yasakların kaldırılması ve tiyatroya özendirilmesine Atatürk’ün doğrudan katkısı olmuştur.

İsveç’ten döndükten sonra Ferah Topluluğu’nu kuran Muhsin Ertuğrul, tiyatro klasiklerini ve çağdaş tiyatronun örneklerini seyirciyle buluşturmaya başlar.
Meşrutiyet döneminden geriye kalanlardan birisi de Abdürrezak Efendi’nin yanında tiyatroya başlayan Naşit Efendi’nin tiyatro topluluğudur. Kavuklu Hamdi ve Küçük İsmail’in Ortaoyunu Topluluğu’ndan, Kel Hasan’ın Tuluat Topluluğu’na kadar çalışmadığı tiyatrocu kalmamıştır. Güllü Agop’un sarayda kurduğu Dram Kumpanyasında, meşrutiyetin ilanına kadar sahneye çıktıktan sonra halkın karşısında gösteriler yapmaya başlar. ‘Sultan Abdülhamit’i bile güldüren adam,’ olarak anılması saraydaki gösterilerinden dolayıdır. İbiş tiplemesini kendine özgü yorumuyla ölümsüzleştirir. Bir yandan Şark Tiyatrosu ile Millet Tiyatrosu’nda, geleneksel kıyafetler içinde ortaoyunu karakterlerinin tamamını canlandırmış ve aynı zamanda da batılı anlamda tiyatro yapan Mınakyan Kumpanyasının melodramlarında, rolünün gerektirdiği modern kıyafetlerle sahneye çıkmıştır.
1930’lu yıllara gelindiğinde hedeflenen çağdaş tiyatro seyircisi koltukları doldurmaya başlar. Bu tiyatro rüyası ise değişen siyasi iradelerin sanatı ve sanatçıyı kontrolü altında tutabilme kaygıları yüzünden fazla sürmez. Kan kaybederek yolculuğunu sürdüren tiyatronun direnişi günümüze kadar uzanmaktadır. Günümüzün tiyatro seyircisi ise dönemin renkli tiyatro kültüründen geriye kalanlardır. O yıllarda ‘muhafazakâr sanat’ gibilerinden kavramlara kafa yormak ve sanatın eşiğini halkın gerisine taşımak kimsenin aklına gelmemiştir herhalde…
Tarık Buğra’nın 1970 yılında yazdığı İbiş’in Rüyası adındaki romanı, ‘Komik-i Şehir’ yakıştırmasıyla anılan Naşit Efendi’nin gerçek yaşamından esinlenerek yaratılmıştır. Ana kahramanına Naşit’i çağrıştıran Nahit adını verişi de bunun içindir. Çok ilgi gören roman, ‘1970 TRT Roman Ödülleri Yarışması’nda ‘Başarı Ödülü’ kazanır.
Yazarı tarafından tiyatro oyunu olarak uyarlanan İbiş’in Rüyası, 1972-3 sezonunda Devlet Tiyatrolarında sahnelenir. 1979 yılında Münir Özkul’un başrolünü oynadığı sinema filminin senaryo yazarı da Tarık Buğra’dır. Pek konumuzla ilgili değil ama Naşit Efendi’nin çocuklarının, tiyatro dünyasının unutulmaz isimlerinden, Adile Naşit ile Selim Naşit olduğunu araya sıkıştıralım.
Antalya Devlet Tiyatrosu’nun sezon açılış oyunu olarak izlediğim İbiş’in Rüyası’nı kısaca özetleyecek olursak…
İstanbul’undaki batılı anlamda tiyatro anlayışı ile geleneksel tiyatronun kıran kırana rekabet ettiği 30’lu yılların renkli tiyatro dünyasındayız. Eşi tarafından terk edilen Nahit oldukça mutsuzdur. Aile faciasına neden olan kişinin çocukluk arkadaşı Sadi olduğunu öğrenince tiyatrodaki işine son verir. Aynı gün Hatice adındaki çekingen bir kızı bütün olumsuzluklarına karşın tiyatrosunda işe alır. Genç kızın alışılmışın dışındaki davranışları ilgisini çekecek ve kısa zamanda kalbini kaptıracaktır. Aşkları Nuran Tiyatrosu’nun cıvıl cıvıl dünyasında adım adım ilerler. Bu arada Hatice giderek yıldızlaşmaktadır. Her anını aşkın büyüsünü ve giderek kıskançlığını yaşayarak geçiren kahramanlarımızı trajik sona taşıyan ise Nahit’in evliliğini yıkan arkadaşı Sadi’nin yeniden devreye girişi olur.
İbiş’in Rüyası’nın finali, son demlerini yaşayan geleneksel Türk Tiyatrosunun öldüğünün de habercisidir aslında…
Bu roman uyarlamasını doğru yerinden yorumlayan Sabri Özmener’in başarılı dokunuşları, metindeki sıkıntıların çoğunu görünmez hale getirmiş. Yönetmene katkı veren oyuncularla 30’lu yıllardaki tuluat tiyatrosunun eğlencesini yaşıyoruz; dans müzik, şarkı, türkü, hepsi yerli yerinde…
Bir roman ve tiyatro oyunu yazarı olarak, Tarık Buğra’nın uyarlama sıkıntıları, ister istemez gözüme takıldı. İlk perdede serimlemenin rahatlığıyla farklı mekanlara gereksinim duymayan yazarın (kendi başından geçen) aşk hikayesini, tuluat tiyatrosunun fonunda anlatışına tanık oluyoruz. Bir saat uzunluğundaki birinci perde, eğlenceli sahnelerin arasında hızla tükeniyor. İkinci perdede ise romanı tiyatroya uyarlamanın sıkıntıları kendini göstermeye başlıyor. İbiş’in aşkını kısacık sahnelerin arkası arkasına eklenişiyle izlemek zorunda kalıyoruz. Birinci perdedeki seyircinin neşeli kahkahaları, buruk bir aşkın hüznüne yerini bırakıyor. Bu duygusal değişim, dizi filmlerin gerçeğiyle yaşayan seyirciler tarafından kolayca kabul görüyor. Bir solukta okunan romanının akışından kopmamaya özen gösteren Tarık Buğra ise tiyatronun dramatik kurgusunu yeterince beslemeyen sahnelerin çaresizliğiyle finale yürüyor. İki perdenin arasındaki farklılık bende tedirginlik yarattığı halde birlikte oyunu izlediğimiz annemin ve kız kardeşimin, fazlasıyla memnun olarak tiyatrodan çıktığını söylemeliyim.
İyi birer dizi film seyircisi olduklarından mı?
Türk tiyatrosunun ana damarlarından olması gereken ortaoyununun nasıl silinip gittiğini görmek için kesinlikle izlemeye değer İbiş’in Rüyası…
Yazan : Tarık BUĞRA
Rejisör : Sabri ÖZMENER
Dekor : Gizem KARASU
Kostüm : Ceren KARAHAN
Işık : Namık GÜRSOY
Müzik : Gürkan ÇAKICI
Dans Düzeni : Tufan KAYTMAZ
Dramaturg : Servet AYBAR
Reji Yrd. : Gökhan TÜZÜN
Reji Ast. : Tuğba BAYKARA
Oynayanlar : Gökhan TÜZÜN, Demet BOCİ, Sedat MAYADAĞ, Salih BAYRAKTAR, Özlem ŞENDİNÇ, Esra ŞEN, Okan KAĞNICI, Remzi Kürşad SÜREN, Kerim GÜNGÖR, Ömer Alper İZCİ, Emel ELEVLİ, Okan GÜLER