Bir hikaye anlatıcısı; Zilli Şıh

İlk insanların mağara duvarlarına kazıdıkları resimler, konuşma dilinin olmadığı çağlarda bile, avcılık hikayelerini ballandıra ballandıra anlatanların olduğunu gösteriyor.
Türk göçebe topluluklarının Asya’dan Anadolu’ya uzanan maceralarına da şaman hikaye anlatma geleneğinin yansımalarıyla tanıklık yapıyoruz. Dağ bayır demeden kopuzuyla dolaşan anlatıcı ozanlar, göçerlerin hikayesini sonraki kuşaklara taşıyor.
İslamiyet döneminin hikaye anlatma geleneğinin temelinde Ehlibeyt sevgisi var. Arapçada ‘meddah’ kelimesi ‘meth eden’ yani ‘övgü düzen’ anlamına geliyor. Meddahlık da İslam peygamberinin yaşamından yola çıkan meddahların övgüler düzdüğü anlatım biçimine dönüşmüş.
Acem kültürünün zenginliğinde anlatılan hikayeler ise ‘kıssahan’ olarak bilinen anlatıcıların dilinde fantastik boyutlar kazanır.
Üç ayrı kültürü buluşturan Anadolu Selçuklu Devleti’nin toprakları, farklı hikâyelerin paylaşılmasına ve hikaye anlatıcılarının birbirini etkilemesine olanak yaratır. Bu etkileşimler sonrasındaki Osmanlı döneminde, erkek meddahlar tarafından, erkek seyircilere yönelik anlatılan hikayeler, şehir yaşamında gelişen tiyatronun renkli katmanlarından birini oluşturacaktır.
Tek kişilik meddah gösterisi için açık ya da kapalı bir mekan gerekmez. Kalabalığın toplanabileceği herhangi bir alanda, ışık ya da oturma düzeni umursanmadan hikayeler dillendirilir. Bir dekor düzeni yoktur ama meddahın anlatımıyla mekanda mekana sürüklenir seyirciler; her an yeni bir nesneye dönüşür, aksesuar olarak kullandığı sopa ile omzundaki mendil…
Tek kişilik gösterinin yazarı, yönetmeni ve oyuncusu olarak huzura çıkan meddah, değişik anlatım becerileriyle seyircinin nabızlarını tutabilecek ve hikayelerinin peşinden sürükleyebilecek yeteneğe sahiptir. Aynı hikayeyi bitirimlerin takıldığı Galata’daki kahvehanelerde ya da Osmanlı paşasının konağında farklı yorumlarla anlatabilir. Yeri geldiğinde güncel olayları araya sıkıştırır, şakalar yapar, şarkılar söyler.
Bir hikayeyi zamana ve mekana göre anında biçimleyebilmek, doğaçlama yeteneğinin yanı sıra kültürel ve sanatsal birikim gerektirir. Canlı ve cansız varlıkların seslerini başarıyla çıkarabilmelidir. Farklı kişilerin taklidini yaparken konuşma biçimlerine ve aksanlarına hakim olması gerekir. Bu iş akıcı ve nükteli bir dil, şarkı söyleme becerisi, güçlü bir hafıza, daha güçlüsünden gözlem yeteneği ister.
Türk tiyatrosunun yükünü taşıyanların batılı anlamda tiyatroya yönelişiyle, sönmeye başlar meddah geleneğinin binlerce yıllık hikayesi…
Geleneksel tiyatronun kendine özgü ruhu ile dünya tiyatrosunu kesiştirmenin yolu, genetik kimliğimizin tohumlarını taşıyan Anadolu’nun kültürel mirasını hovardaca tüketmek yerine, çağdaş sanat anlayışının zenginlikleriyle buluşturmak gerekiyor. Bu yönüyle yazımızın merkezine taşıyacağımız Haşmet Zeybek’in yazdığı ve Prof. Dr. Nurhan Tekerek’in TESTEV’de (Tek Erek Sanat Tiyatro Evi) sahneye taşıdığı ‘Zilli Şıh’ oyunu, gelenekselden evrensele uzanabilecek kıvılcımları barındıran çağdaş bir gösteridir. Her yönüyle Ramazan aylarının çakma eğlence programlarının ötesinde bir ruh sunar.
Nedir Zilli Şıh’ı birbirinin kopyası meddah gösterilerinden farklı kılan?
En belirgin farklılık, erkeklerden izlemeye alıştığımız meddahı, kadın meddahın canlandırılmasıyla karşımıza çıkıyor. İster istemez ezberler bozuluyor. Çay kahve sohbetine eklenen türkünün sonunda, nasıl olduğunu anlamadan, meddahın hikayesini dinlerken buluyorsunuz kendinizi…
Hay hak!
Hak Dostum Hak.
Bir çuval altın bırak
Hamal parasını da ayrı bırak…
Bizim bildiğimiz meddahlar, aksesuar olarak kullandığı sopası ve omzunda mendiliyle seyircinin karşısına çıkarken, kadın meddahın elinde yalnızca tef var. Ana öykü ise din ve inanç sömürüsü üstüne dönen dolapları anlatıyor. 80’li yılların Türkiye’sini eleştiren Haşmet Zeybek’in alaycı hatırlatmaları ‘Bu memleket hiç değişmemiş ya hu!’ dedirtircesine güncel…
“İkide Bir
Yerli Yersiz
Sıralı Sırasız
Paralı Parasız
Aralı Arasız
“Elhamdülillah Müslümanım”
Dedi mi, Mim Koy!
Sırlı Sırsız
Arlı Arsız
Yollu Yolsuz
Sollu Solsuz
“Ben Solcuyum, Hemi de En Solcuyum”
Dedi mi, Ona da Bir Mim Koy!
Enli Ensiz
Denli Densiz
Benli Bensiz
Bizli Bizsiz
Sizli Sizsiz
“Ben Kemalistim, En Kemalistim, Mustafa Kemal’den de Kemalistim”
Dedi mi, Ona da Bir Mim Koy!
İlk bakışta Zilli Şıh; kırklara karışan, hülyalara dalan, muskalar yazan, yerdeki börtü böceği ezmemek için ayağına ziller takan mübarek insanlardan birisi gibidir. Dört karısı yetmezmiş gibi, ateş basmalarına çare arayan Mırzık Abdi’nin Yosma Dulu’yla kırıştırmaya başlar. Uçkur düşkünlüğü Zilli Şıh’ın yaptıklarıyla sınırlı kalsa, öp de başına koy! Çok namuslu görünen karıları da kasabadan yolu geçenlerle fingirdemektedir. Tüm yaşananların farkındaki kasaba halkı ise gördüklerine ve duyduklarına inanmak yerine, dükkanlarını soyan Zilli Şıh’a mübarek insan muamelesi yapmaya devam eder. Dut ağacı bile ahlaksızlıklardan dile gelir ama kimselere derdini anlatamaz. En sonunda örtünün altındaki gerçekler ortalığa saçılacak ve kerametleriyle bilinen Zilli Şıh cümle aleme rezil olacaktır.
Siz siz olun değerli insanoğlu
Biri bir şeyden fazla bahsederse
Bilin ki o şeyden zoru vardır.
Onun altında mutlaka bir bit yeniği arayın.
İkide bir namustan bahsedenin
Bilin ki namustan kuşkusu vardır.
Onun için her şeyin üzerinden örtüyü kaldırın
Altına bakın.
On yıldır farklı atmosferde seyircisiyle buluşan ‘Zilli Şıh’ oyunu, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra izleyenlerde daha kalıcı izler bırakacaktır. Bu gösteride kendisine tanrısal anlamlar yükleyen hastalıklı ruhların yozlaşan değerlerine, insanı putlaştıran yığınlara, çıkarları doğrultusunda görmezlikten gelinenlere, kananlara, kandırılanlara ve sonrasındaki kepazeliklere, kadın meddahın keyifli anlatımıyla tanık olacaksınız.
Din ticareti yapanların giderek çoğaldığı ve devre dışı kalanların yerini yedekte bekleyenlerin anında doldurduğu gerçeğinin farkındayız ama sanatın da çarpıklıkların altını kalınca çizmek gibi bir huyu var.
Ne kadar sürç-i lîsan ettiysek affola…