Karadeniz’in Kıyıcığında Yola Devam

“Nayinoma nayino nayinoma kurbani
Çatma kaşlaruni da al vereyim bu cani”
Bir önceki yazımda Antalya’dan Rize’ye uzanan deniz yolculuğumuzdan söz etmiştim. Dar alanda kısa paslaşmalarımız, Sprint ekibinin uyumu sayesinde fazlasıyla keyifliydi. İlk büyük patlama üstünden milyarlarca yıl geçtiği halde, Nasuh Mahruki’nin kahvaltı sohbetlerindeki ikna edici anlatımlarından dolayı ‘bing bang’ denilen olayın yolculuğumuzun hemen öncesinde yaşandığı duygusuna kapıldık. Can Hakan Karaca’nın çocukluk anılarıyla karışık denizcilik eğitimi sırasında gemici düğümlerinin tekniğini çözdük ama uygulama aşamasında elimize yüzümüze bulaştı. Bu arada Karadeniz yöresinin müzikleri fonda dönüp duruyordu. Bir şarkının sözleri ister istemez dilimize pelesenk oldu.
“Gece gökte yildizlarda
Dinleyun dertlerumi
Yarde iman kalmadi hoy nayino
Bilmeyi hallarumi
Nayinoma Kurbanis oy”
Bir grup arkadaşımız Rize’den sonra uçakla geriye döndüğü halde Ömer, Ahmet ve ben, İstanbul’a kadar Emrullah kaptanımıza tayfalık yaptık. İlk etapta Trabzon’da havaalanının hemen yakınındaki marinadan Gerze’ye uzanan uzun bir yolculuk vardı. Her yaşadığı olayı ayrıntılarıyla anımsayan Ömer Arıcan’ın, belleğinde biriktirdiklerine şaşmamak mümkün değildi. Atom altı parçacıkların hızla hareket eden enerji parçacıkları olduğunu kuantum fiziğiyle açıklayan Ahmet Erdal ise gözlemleyen ile gözlenenin birbirinden bağımsız olamayacağını anlatarak aklımızı karıştırdı. En sonunda düşüncenin enerji olduğunu kabullenmek zorunda kaldık. Ben de kuantum destekli enerjimi Rıfat Ilgaz’ın Karadeniz’in Kıyıcığında’ adlı romanını, dizi film senaryosuna dönüştürmeye odaklandım.
“Derdumi yazacağumda
Komar yapraklarina
Okurken aksun yaşlarda nayino
Duşsun yanaklaruna
Nayinoma kurbanis oy”
Kıyıdan onlarca kilometre açıkta yol aldığımız halde deniz çarşaf gibiydi. Hep olduğu gibi yunusların oynaşmalarına tanıklık ettik. Gün batımı kelimelerle tanımlanamayacak kadar olağanüstüydü. Bu dakikaları pembe şarabın eşliğinde yaşamamak Karadeniz’e haksızlık olurdu. Biz de fazlasıyla hakkını verdik. O gece yakamozlardan farklı olarak, yıldızların aynaya dönüşmüş Karadeniz’e yansımasına da tanık olduk. İki gün süren kesintisiz yolculuğun sonrasında Sinop’a 39 kilometre uzaklıktaki Gerze’ye ulaştık. Bu sahil kasabası ‘Mutlaka görülmeli…’ diye bir yerlere not düşün lütfen…
O kadar sakin yolculuktan sonra denizde sıkıntı yaşamayız diye umut etmiştik ama fırtına öncesi sessizlikmiş. Risk alarak yükselen dalgaların arasında yeniden palamarları çözdük. Yaklaşan fırtınaya yakalanmadan Anadolu’nun en kuzey noktasındaki İnceburun’un ötesine geçmeye niyetlenmiştik. Pek de doğru yapmamışız. İç ile dışın, deniz ile yelkenlinin, burası ile ötesinin arasındaki ayırımların ortadan kalktığı Karadeniz atmosferinin ortasına düşmüşüz. Sert dalgalar yelkenliyi ikiye ayırmakta kararlı gibiydi. Ben dalgaların huzur vermediği kamaramda hoplaya zıplaya uyumaya çalıştım. Sabaha karşı uyandığımda ortalık sakinleşmişti. Sığındığımız liman ise oldukça tanıdık geliyordu. Gece boyunca mücadele ettikten sonra geriye dönerek Sinop limanına sığınmak zorunda kalmışız.
“Sevdaluk ince marazda
Yakayi canumuzi
Vazgeçersak eyersada nayino
Döksünler kanumuzi
Nayinoma kurbanis oy”
Bir sonraki hedefimiz, üstünde çalıştığım senaryoda olayların geçtiği Akçakoca’ydı. Yine günlerin gecelere karıştığı bir yolculuğa yelken açacaktık. Ekip arkadaşlarım koşulları zorlayarak ertesi günün sonuna doğru karaya ayak basmamızı sağladı. Tarihi dokusunu koruyan evlerin arasında yürüyerek Rıfat Ilgaz’ın öğretmenlik yaptığı okulu ziyaret ettik. Büyük edebiyatçının ‘Karadeniz’in Kıyıcığında’ romanını yazdığı kasabada bolca görüntü topladıktan sonra yelkenliye döndük.
Son kez palamarları çözerek İstanbul’a doğru hareket ettik. Ertesi gün Bebek’teki yapım şirketinde, Rıfat Ilgaz’ın romanıyla ilgili proje için toplantıya girecektim. Tam saatinde Bebek sahiline yanaştık. Benim için unutulmayacak bir finaldi. Her tarafım Karadeniz’in kıyıcığıyla dolu olarak yapım şirketinin kapısından içeri girdim. İş toplantısının ayrıntılarını buraya taşımanın gereği yok ama günün birinde ‘Karadeniz’in Kıyıcığında’ romanı, televizyon ekranında ya da kitapevlerinin raflarında karşınıza çıkarsa, okuduğunuz satırları yeniden anımsayın.
“Nayinoma nayino nayinoma kurbani
Çatma kaşlaruni da al vereyim bu cani”