Karadeniz’in Kıyıcığında

Yaz günlerinin başlangıcıydı…
Rıfat Ilgaz’ın ‘Karadeniz’in Kıyıcığında’ adlı romanını dizi filme dönüştürmek üzere İstanbul’da canhıraş çalışıyordum. Bir önceki yazımda dostluğumuzun boyutunu aktarmaya çalıştığım Can Hakan Karaca, Spring adındaki katamaranıyla çıkacakları Karadeniz yolculuğuna dahil olmamı istedi. Belki de Türkiye’de ilk kez Antalya’dan Rize’ye yelkenliyle gidilip gelinecekti.
TRT’ye çekilen 13 bölümlük ‘Karadeniz’den’ belgeselinin senaryolarını yazmak amacıyla 2014 yılında Orta Karadeniz’i dolaşmıştım. Tüm Karadeniz şehirlerini de çeşitli vesilelerle görmüşlüğüm vardır. Çok istediğim halde senaryo toplantılarımız öyle bir yolculuğa izin vermeyecek gibi görünüyordu. Ekibin yarısıyla Antalya’dan yola çıkan yelkenli, dört günde İstanbul’a ulaştı. Son dakika kararıyla, ‘Karadeniz’in Kıyıcığında’ adlı dizi film senaryosunu, Karadeniz’in kıyıcıklarında dolaşarak yazmaya karar vererek Spring ekibine dahil oldum.
Donatan: Karadeniz’de çocukluğu, Marmara’da gençliği ve yaşamının geri kalanı Akdeniz’de geçmiş, açık deniz deneyimini Atlantik’i aşarak getirdiği yelkenlilerle kazanmış deniz sevdalısı, Antalya’nın işadamlarından Can Hakan Karaca.
Kaptan: Tam anlamıyla Doğu Karadeniz insanının genetik yapısını taşıyan, elimiz, ayağımız ve de her şeyimiz Rizeli Emrullah Başak.
1. Kaptan Yardımcısı: İş görüşmeleri yüzünden yolculuğumuzu karadan takip etmek zorunda kalan ama kıyıdaki molalarımızda lojistik desteğini eksik etmeyen Antalya’nın işadamlarından Mehmet Hamamcıoğlu.
2. Kaptan Yardımcısı: Motosiklet merakını ‘Ride to Work Day’ olarak tanımlayabileceğimiz ve zor anların artçı motosikletçisi kıvamında sorumluluklarını yerine getiren, Antalya’nın işadamlarından Ömer Arıcan.
Kıdemli Miço: Bu unvanı miçoluktaki kariyerinden değil, torpiliyle kazanan ama karizmasını çizdirmemek için her tür angaryanın karşısında elinden geleni ardına koymayan yazarımız A. Kadir Bozkurt.
Miço: En hoşgörülümüz olduğu halde ‘Quantum’ kavramını anlatarak aklımızı karıştıran ve ‘Bildiğimiz tek şeyin hiçbir şey bilmediğimizi bilmektir,’ kıvamımıza gelmemizi sağlayan, Antalya’nın işadamlarından Ahmet Erdal.
Miço: İlk kez Everest’in zirvesine ulaştığında ‘Aslında her şeyin ben olduğumu ve benim hiç bir şey olmadığımı…’ diyerek miçoluğu kendine yakıştırmaktan gocunmayan ve ikinci Everest tırmanışında, donatanımızla birlikte 5.364 metreye kadar kendisine eşlik etmenin keyfini yaşadığımız, Kar Leoparı Nasuh Mahruki.
Danışman Komodor: Her işin olmazsa olmazı vardır; Karadeniz macerasına doğrudan dahil olamadığı halde bütün kararlarımızı uzaktan denetleyen ve kararsız kaldığımız anlardaki talimatlarıyla güvenli yolculuk yapmamızı sağlayan, gerçek bir denizci Yusuf Dino.
Gözümüzü Arkada Bırakan: Son ana kadar ekibimizde olacağını ve birbirinden lezzetli damak tatlarıyla midemizde taht kuracağını düşündüğümüz ama geçerli mazeretlerinden dolayı macerayı internetten izlemekle yetinen, Antalya’nın işadamlarından Gürcan Bicik.
Ataköy Marina’da geceyi geçirdikten sonra alacakaranlıkta palamarları çözdüğümüzde İstanbul uykudaydı, boğazın coşkulu suları da uykudaymış kadar sakin…
Marmara tarafından boğaza girerken, sapsarı siluetinde, yan yana ve kardeşçe duran Ayasofya ile Sultanahmet Cami…
Az ilerisinde Topkapı Sarayı, Haliç, Galata Kulesi…
Gün Çamlıca sırtlarından Spring’i uğurlamaya hazırlanırken Kız Kulesi’nden cilveli bir bakış…
Sol tarafımızda devasa binalar; eski ve yeni şehir iç içe; arkası arkasına eklenen boğaz köprüleri ve Karadeniz çıkışı…
Bir gün sonra beklenen fırtınaya yakalanmamak için Batı Karadeniz’in açıklarında 24 saat boyunca yol aldık. Can Hakan Karaca’nın çocukluğunun geçtiği Amasra limanına deniz patlamadan ucu ucuna yetiştik. İki gün boyunca, donatanımızın çocukluk anıları eşliğinde, dillere destan Amasra salatası, balığı ve yanında rakısıyla fırtınanın geçip gitmesini bekledik.
Bir sonraki rota, yoğun sis ürkütücülüğüyle, 20 saatlik kesintisiz yolculuk sonrasında Orta Karadeniz’in uç noktası; Sabahattin Ali’ye ‘Görmek istersen denizi, yukarıya çevir yüzü…’ dedirten cezaevini görmezsek ya da bir yarısı sarımsaklı, diğer yarısı cevizli mantısını yemezsek hatırı kalacak Sinop…
Son varış noktası ise bir gece ve iki gündüz boyunca Karadeniz’in derin sularında ilerlediğimiz Rize oldu. O kıyılara kadar ulaştıktan sonra deniz seviyesinden 1.350 metre yükseklikteki kayın ve ladin ağaçlarının arasından yüzlerce metre aşağıya kendini bırakan dereleri görmeden geriye dönmemizi kimseler beklemesin. Ayder yaylası, Zil Kalesi, Elevit ve Fırtına derelerinin birleştiren Çat Vadisi; yaz sıcağında yağmur bulutları tarafından avlanmak, bol oksijenin yarattığı çakırkeyfi ruh hali, doyumsuz damak tatları ve de Karadeniz’in birbirinden güzel insanları; daha ne olsun…
Dönüş yolculuğundaki Karadeniz izlenimlerini ve üstünde çalıştığım ‘Karadeniz’in Kıyıcığında’ adlı dizi film projesiyle ilgili notlarımı da sonraki yazıya bırakalım artık…