Suçluluk, korku, vicdan; Cadı Kazanı

15 Temmuz kanlı darbe girişiminin kirli çamaşırlar ortaya saçılırken, darbenin başını çekenin, McCarthycilik ruhuyla hareket eden Komünizmle Mücadele Derneği’nin kurucularından olduğunu öğrendiğime hiç ama hiç şaşırmadım…
İlk ‘Kızıl Tehlike’ Ekim Devrimi’ni takip eden yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde başlamış, komünizm düşüncesini savunan radikal sol gurupların ya da anarşistlerin cezaevlerine doldurulmasına neden olmuştu.
Son dünya savaşını geride bırakan Amerika’nın tekrarlayan paranoyası ‘İkinci Kızıl Tehlike’ paniği ya da başka bir deyişle, ABD senatörü Joseph McCarthy’den adını alan baskıcı devlet hareketi McCarthycilik’dir. Sovyetler Birliği’nin savaştan güçlü çıkışı, kapitalist görüşlere karşı olan ve tersinin gerçekleşebileceğini söyleyen komünizmin değerini yükseltir. 1940’lı yılların sonlarındaki soğuk savaş döneminde, Çin Halk Cumhuriyeti ve Doğu Avrupa ülkelerinde komünist partilerin iktidara gelişi Amerika Birleşik Devletleri’ndeki antikomünist kuşkuculuğu yeniden tetiklemiştir. Amerikan toplumunun yerleşik değerlerine ve kapitalizmin kurumsallaşan yapısına tepki gösterenler, antikomünist propagandalardan nasibini alarak, Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi’nin saldırgan soruşturmalarıyla karşı karşıya kalmış, ‘din ve ahlak yoksunu olmakla’ ya da vatan hainliğiyle suçlanmış; işyerleri yok edilmiş, işlerinden kovulmuş, daha da fenası cezaevlerine tıkılmışlardır.
Komünist ya da komünist duygudaşı olmakla suçlanan, aydınlardan birisi de Arthur Miller’dır. Bu süreç, Elia Kazan’ın Broadway’de sahnelediği ‘Bütün Oğullarım’ (1947) ile ‘Satıcının Ölümü’ (1949) adlı tiyatro oyunlarının büyük başarılar kazandığı yıllara denk düşer. İki oyun, yazarın önemli tiyatro ödülleriyle birlikte Pulitzer Ödülünü de almasını sağlamıştır. Arthur Miller fütursuzca yapılan sorgulamaları eleştirircesine ‘Cadı Kazanı’ (1953) oyununu yazar. Elia Kazan’ın Sanatta Komünizm Etkisini Araştırma Komitesi’ndeki ifadesinde, itirafta bulunarak, arkadaşlarının adlarını verdiği için yönetmen koltuğuna Jed Harris oturmuştur. Bu oyunda yazarın eleştirel bakış açışı heyecan uyardığı halde politik konjonktürün dışına çıkmaya cesaret edemeyen eleştirmenler tarafından temkinli yorumlarla değerlendirilir. Çok geçmeden de kendini komisyonun karşısında bulan Arthur Miller, 1955 yılında ABD karşıtı eylemlerde bulunmaktan ve 40’lı yıllarda komünist grupların toplantılarına katılmakla suçlanacaktır. Arkadaşlarının adını vermediği için suçlu bulunur. 1958 yılında da aklanır.
Joseph McCarthy’nin araştırma komitesini huzursuz eden ‘Cadı Kazanı’ ise 1692 yılından cadılık suçlamasıyla idam edilen insanların gerçek hikâyesidir:
Bir kölenin büyücülük yeteneğini çocukça oyunlara dönüşen Salem kasabasının genç kızları, ormanda Rahip Parris’e yakalanır. Korkuya kapılan rahibin kızı Betty Parris baygınlık geçirir. Bir türlü kendisini toplayamayınca cadılar konusunda ünlenen Rahip John Hale’den yardım istenir. Cadıların şeytanın aracısı olduğuna inanan bağnaz kasaba halkı korku ve kaygı içindedir. Genç kızlar cadılık suçlamasından kurtulabilmek için kasabadaki insanları suçlamaya başlar. Cadı avı için mahkemeler kurulmuştur.
Yargıç Danforth “Bu mahkeme yasayla iş görür. Yasaysa İncil’e dayanır. İncil’i de Allah yazmıştır. Allah’ın yazdığı İnci de cadı işlerini yasak eder. Bu suçu işleyenleri de ölümle cezalandırır,” diyerek yargıdaki sistemi özetler.
Bu durumu fırsata dönüştürmek isteyen kasabalılar, toprak kavgaları yüzünden birbirlerini cadılıkla suçlamaktadır. Cadı avında yarım kalan hesaplaşmalar ortalığa dökülür. Genç kızların başını çeken Abigail, aylar önce yanında çalıştığı John Proctor ilişkiye girmiş ve durumu öğrenen karısı Elizabeth Proctor tarafından çiftlikten kovulmuştur. Abigail sevdiği erkeğin karısını cadılık suçlamasıyla ortadan kaldırmayı ve John Proctor’a yeniden kavuşmayı planlamaktadır. Salem kasabasında cadılıkla suçlananlar işkencelerden geçirilir. Cadı olduğunu kabul ederek diğer cadıların adlarını verenler hapis cezasına çarpılmakta, kabul etmeyenler ise yargıçlar tarafından idam edilmektedir.
Bir türlü aradığı adaleti bulamayan John Proctor “Yanıyor, alev alev yanıyor dünya! Şeytanın ayak seslerini duyuyorum, geliyor. İşte… Elli çeşit suratıyla görüyorum onu! Benim suratım onun suratı! Seninki Danforth, seninki de onun suratı! İnsanları cehaletten kurtaracak olanların gevşemesi yüzünden, benim gibilerin gevşemesi yüzünden, sizin gibilerin, yalana bile bile gerçek diyen sizin gibi kara vicdanlı insanlar yüzünden, Allah lanet ediyor soyumuza! Yanacağız, hep birlikte yanacağız Allahın ateşinde!” diyerek Yargıç Danforth’a isyanını ortaya koyar.
Cadı Kazanı’nı McCarthycilik eleştirisinin ötesine taşıyan Arthur Miller, toplumda suçluluk duygusunun yaratılması ve yansıması olarak korku oluşmasının, sağlıklı düşünmeyi engellediğinin altını çizer. Kaos ortamlarında (Salem Kasabası, ‘Kızıl Tehlike’, vs…) düşüncelerini kontrol edemeyen insanlar daha kolay yönetilebilmektedir. Kişinin vicdaniyle hesaplaşarak harekete geçişi ise (John Proctor, Arthur Miller, vs…) korkuyu yönetim sistematiğine dönüştürenlerin oyununu bozmaktadır.
Geçen sezonunun sonuncu oyunu, Tiyatro Tatavla’nın küçücük sahnesinde izlediğim ‘Cadı Kazanı’ olmuştu. Dört perde olarak yazılan oyunun sonuna nasıl geldiğimizi anlayamadım. İplerin katkısıyla oluşan dekor çözümlemesini sevdim. Işık da tamamlayıcıydı. Oyunun ritmini doğrudan etkileyen dekor geçişlerini yaratıcı ve dinamik buldum. Tüm projeyi sırtında taşıyan Eraslan Sağlam’ın oyunculuğuna, Kuvayi Milliye Destanı’nı izlerken hayran olmuştum. Bu kez de yönetmenliğine ve genç oyuncularından elde ettiği profesyonel performansa hayranlık duydum. Kendisine Aysan Sümercan gibi deneyimli oyuncularla birlikte Erhan Tuna, Ömer Akgüllü, Kaan Songün, Tuba Zehra Sağlam, Yasemin Yeşilgöz, Murat Yılmaz, Şebnem Usanmaz, Erhan Özkoç, Gülnara Golovina, Hande Elaman, Başak Kalkan ve Eka Gelashvili eşlik ediyor. Zor oyunun altından kalkmayı başaran Tiyatro Tatavla’nın, uzun soluklu tiyatro toplulukların arasında anılması dileğiyle…
Bu sezon perdelerini açacak bütün tiyatrolar için de aynı dileğim geçerli olsun…