“Kişisel Gelişim Furyası”

Son yıllarda ‘kişisel gelişim’ furyası almış başını gidiyor…
Kitapevlerine adımımızı atar atmaz kişisel gelişim kitaplarıyla burun buruna geliyoruz. Birçok televizyon programında kişisel gelişim konuları ele alınıyor. Uzmanlar püf noktalarını anlatıyor. Meraklıları seminerden seminere koşuyor. Bir parça kulak verdiğimizde; kendini sevmek, kendini iyi hissetmek, kendine güvenmek, kendini kabul etmek, kendini onaylamak, kendine inanmak ve kendine değer vermek gibi sözler duymaya başlıyoruz.
Ne yaparsak ya da nasıl olursak değerli bir insan oluruz?
Çok fazla okuyarak entelektüel birikimimizi arttırmak, önümüze gelene yardım etmek, birilerinin kahramanı olmak, ünlülerin arasına karışmayı becermek mi gerekir daha fazla değerli olabilmek için?
O kadarını yapamasak ya da öylesi olamasak bile; eş, dost, akraba, yakın ya da uzak çevre, iş yerindeki patronumuz ya da yanımızda çalışanlar tarafından sevilmek, önemsenmek, takdir edilmek isteriz; böylesi kendimizi daha değerli hissetmemize vesile olur.
Bu değeri ve sevgiyi hak etmek için çevremizdekilerin yardımına koşar, dertlerini paylaşır, yeri geldiğinde fedakârlıklarda bulunur, hatta kendimizi sıkıntıya atmaktan çekinmeyiz. Bir işyerinde çalışıyorsak, karşımızdakilerin gözüne girmek için dişimizi sıkar, gece, gündüz, hafta sonları demeden çalışır, kendimizi hırpaladıkça hırpalarız.
Ya fedakârlıkta bulunduğumuz insanlar yardıma ihtiyacımız olduğunda sırtlarını çevirir, dertlerimize kulak asmaz, bize hak ettiğimiz değeri vermezlerse; ya da sırtımızı sıvazlayan patronumuz emeklerimizi görmezden gelirse…
Öz değerimizin yerlerde süründüğü durumları öyle ya da böyle yaşamışızdır; bir anlaşılamamışlık hali, aptal yerine konma durumu, kendimizi değersiz hissetme duygusu içten içe ruhumuzu kemirir…
Öz değer, ‘Sırf var olduğu için varlığından dolayı kişinin kendine değer vermesidir, diyor kişisel gelişimciler; yani okuduğumuz okul, ailemizin konumu, mali durumumuz, işyerindeki pozisyonumuz, arkadaşlarımızın sosyal konumları, kimleri tanıdığımız ya da tanımadığımız, başarılarımız ya da başarısızlıklarımız, fiziksel özelliklerimiz, giydiğimiz kıyafetler, bulunduğumuz ortamlar, okuduğumuz kitaplar ve daha birçok yaşamsal kıstastan bağımsız olarak kendimizi değerli hissetme halidir.
Öz değer hiçbir koşul gütmeden kendimizi olduğumuz gibi sevmektir; ‘Sen kendini sevdiğin ölçüde sevilirsin ve de kendine değer verdiğin ölçüde değer görürsün,’ diye tanımlanır doğu felsefesinde…
Yaşamdaki zorlukların çoğu sınırlarımızı belirleyememekten kaynaklanır. Bize değer verilmesini beklerken, altından kalkamayacağımız yükleri taşımaya çalışırız. ‘Bu yük çok fazla!’ diyemeyince, hep veren tarafta olur, maddi ve manevi sömürülür, en acısı da önemsenmediğimize tanıklık yaparız. Üzülürüz. Güceniriz. Öfkeleniriz. En sonunda kendimizle ilgili sınırları kavrar, öyle ya da böyle yaşamın dilini çözmeyi beceririz.
Çok küçükken babaannemden, biraz büyüdükten sonra annemden aklıma kazınmış bir söz vardı; daha sonra ben de kendi kendime söyler oldum; ah şu aklım gençken olsaydı!
O yüzden kendimizi sevelim ve her halimizle değerli olduğumuzu bilelim.
Ne de olsa yaşam kısa…