Ve Yeniden Tiyatro…

Biz zamanlar Anadolu topraklarında tiyatro kutsal, tiyatro sahneleri mabetlerden farksızmış, tiyatroya sevdalı oyuncular sahneleri doldurur ve onlara hayran seyirciler yaşamın anlamını izledikleri oyunlarda bulurmuş, derken gökten üç elma düşmüş, birinin adına sinema diyelim, biri televizyon olsun, üçüncü elmanın adına da sizler karar verin…
Bir zamanlar tiyatro eğitimi almadan oyunculuk yeteneğini sahneye taşımak mümkünken, günümüz koşullarında alan iyice daralmış durumda; devlet üniversiteleri, özel üniversitelere bağlı konservatuvar ve güzel sanatlar fakültelerinin tiyatro bölümü mezunlarının bile tiyatroyla yolu zor kesişiyor ya, neyse…
Bir tiyatro okulunda okumaya niyetlenenlerin çoğu ise televizyon dizilerinde başrol oynamak ya da sinemadaki ünlülerin arasına karışmak istiyor. Yeni trend ise sosyal medyanın fenomenleri arasında anılmak! Bu böyle olduğu halde geçmişten gelen ezberlerden dolayı tiyatronun kutsallığı söyleminin dışında kalan hayallerini paylaşmaktan çekiniyorlar. O nedenle tiyatro bölümlerini kazanmadan önce de, kazandıktan sonra da, bir ucundan tiyatroya tutunmayı başardıkları zaman bile tiyatronun kutsallığı dillere pelesenk ediliyor ama ‘Dizi mi yoksa tiyatro mı?’ denildiğinde kıbleleri paranın çok olduğu yönden ayrılmıyor.
Bu gizli hayalleri abarttığımızı düşünmeye çalışarak yazımıza devam edelim.
Bir tiyatro sanatçısı olabileceğine inanan gençleri bekleyen maceraların başında üniversite puanı geliyor. Eşik fazla yüksek olmadığı için geçmesi kolay sayılır. Asıl beceri tiyatro bölümlerinin giriş sınavlarında yeteneğini ortaya koyabilmek. Sanatçı yetiştirmekten çok para kazanmaya odaklanmış tiyatro bölümlerinde (hangileri olduğunu sormayın lütfen) diplomalı tiyatrocu adayı olabilmenin kapısı kolay aralanıyor. Bu sanat eğitimini nitelikli tarafından vermeye çalışan ve mezunlarıyla kendini kanıtlamış tiyatro bölümlerinden (giriş başvurularındaki yığılmaları referans kabul edin) almayı kafaya koyanların gazası mübarek ola…
Bu aşamada tiyatro yamyamlarının sofrasında telef olmamaya dikkat!
Tiyatro bölümlerinin sınav dönemi yaklaştığında, yer gök tiyatro eğitimi veren uzman sanatçı ve kurumlarla dolar. Bu arz talep hareketliği içinde ‘Tiyatro Bölümlerine Öğrenci Yetiştiriciliği Bölümü’ falan açılmalı diye düşünürsünüz. Sanırsınız ki yeni mezun sanatçıları kapmak için Devlet Tiyatroları ile Şehir Tiyatroları birbirini yiyor. Dizi yapımcıları ‘mezun sanatçı’ bulabilmek için projelerini bekletiyor. Broadway’den ya da Hollywood’dan teklifler yağıyor.
Bu arada tiyatro bölümlerine hazırlık eğitimi verenlerin arasında da rekabet kıran kıranadır. Hangi kapıyı çalacağınızı bilemezsiniz. Her konuştuğunuz tiyatro uzmanı kafanızı daha da fazla karıştırır. Hayalini kurduğunuz tiyatro bölümlerinde öğrencilerinin okuduğunu anlatırlar. En popüler tiyatro (daha doğrusu dizi) oyuncularından ‘Benim öğrencim!’ diye söz ederler. Tiyatro sanatının kutsallığını anlatırken mangalda kül bırakmazlar ama bedavaya da tiyatro eğitimi olmaz. Eğer cebinizde eğitim alacak paranız varsa yeteneğinizin olup olmadığına bakılmaz; basarsınız parayı, alırsınız eğitimi… Bedava eğitim verenin ise derdi başkadır; ya egosunu tatmin etmenin peşindedir ya da başka bir şey… Birkaç sanat kurumunun ya da üç beş tiyatro sanatçısının saygın duruşu dışında tiyatro bölümlerine hazırlık sistemi böyle çalışır. Doğru adrese ulaşabilmek de hazırlık eğitimi alacak öğrencinin şansına ya da becerisine kalmış artık.
Sınav zamanı gelip çattığında, hayalini kurduğu bölümü kazanamama olasılığını hesaplayan öğrencilerin B planı ve C planı olur. Aynı anda olabildiğince fazla tiyatro bölümünün sınavına girmeyi planlarlar. Bunun önünü kesmeye çalışan popüler tiyatro bölümleri de (belki de akademik takvimleri öyledir) sınav sürecinin son aşamalarını aynı günlere denk getirir. Birileri kazanır, birileri ertesi yıl kaldığı yerden tiyatro macerasına devam eder.
Bir üniversitede okumak kimse için kolay değildir ama tiyatroyu kafaya takanlar daha fazla yaşamın ve sanatın şifrelerini çözmek zorundadır. Genç öğrenciler, hayranlık beslediği hocalarının sonsuza kadar yanında olacağını ve önüne çıkan engelleri birlikte aşacağını sanır. Onu tiyatro insanına dönüştüren hocaları böyle söylememiştir ama doğası gereği öğrencilere öyle gelmektedir. Dört yıl su gibi akıp gider. Genç insanlar ‘mezun sanatçı’ olduğunu gösteren diplomayı eline aldığında da tiyatro yolculuğundaki yalnızlığı başlar.
Her konuda olduğu gibi tiyatronun kalbi de İstanbul’da atmaktadır. Çoğu mezun sanatçı şansını İstanbul’da dener. Bazıları da memleketindeki tiyatro oluşumlarında fırsat yakalamaya çalışır. Bir an önce ödenekli tiyatrolara kapağı atmaya çalışırlar ama çoğunun şansın olmaz. Şanslı olarak anılanlar ise yevmiye usulü çalışan, yalnızca prova ya da oyun günlerinde sigortası yapılan, yaz aylarında bunları da bulamadıkları, mevsimlik işçilerin koşullarından farksız ‘TC uyruklu mezun sanatçı’ sözleşmesine imza atanlardır.
80’li yılların ortalarında başlayan ve tiyatro okullarının çoğalmasıyla ‘itilen kakılan tiyatrocular’ sorununa dönüşen ve de giderek çözümden uzaklaşan ‘mezun sanatçı’ sorununun üstüne tuz biber niyetine; iktidarın sanata ve sanatçıya karşı tepkili yaklaşımı, toplumun sanata ve sanatçıya duyarsızlığı, yarım yamalak enjekte edilen akademik eğitimler, çağdaş dünyanın eğitim ve kültür kriterlerinden giderek uzaklaşmak, okuduğumuzu bile anlamamak, hatta okumamak…
Ben yoruldum ‘mezun sanatçı’ olmaya uzanan çetrefilli yolculuğu yazmaktan!
Ve son sözümüz tiyatroya gönülden bağlanmayı başaranların Dünya Tiyatro Günü kutlu olsun…