93 Yıl Önceydi

İlk kez Antalya’ya gelecek Gazi Mustafa Kemal için mahallelere taklar kurulmuş, geçeceği caddeler elektrikle aydınlatılmıştı. Cumhurbaşkanı Burdur’a kadar trenle geldi. Bundan sonrasına otomobille devam edecekti. O yıllarda doğru düzgün yolu olmayan Burdur-Antalya karayolundan yalnızca posta arabaları ve kamyonlar geçebiliyordu.

6 Mart 1930 Antalyalılar için önemli bir gün oldu.

Gazi hazretlerinin otomobili Çubuk Belini kazasız belasız aşarak, yüzlerce metrelik Kırkgöz köprüsüne ulaştı. Şehrin ileri gelenleri köprünün öteki ucunda Mustafa Kemal Paşa’nın konvoyunu bekliyordu. Kırkgöz’deki molanın sonrasında şehrin merkezine hareket ettiler. Halk Kepez’den başlayarak yollara dizilmişti. İlk resmi karşılamanın yapıldığı Çallı mevkiinde ve sonrasındaki Hükümet Konağı yakınlarında Cumhurbaşkanı’nın otomobilini durduran coşkulu Antalyalılar, özlemlerini ve sevgilerini ifade etti.

Çok fazla otomobilin bulunmadığı Antalya’nın merkezindeki yollar delik deşikti. Gazi Mustafa Kemal Antalya’ya karayoluyla ulaşmanın zorluğuna bugün tanık olmuştu. Elmalı yolunun da geldiği yoldan farkı yoktu. Alanya yolu ise hepsinden daha beterdi. Serik’e kadar fazla sıkıntı yaşamadan ulaşılabiliyordu ama devamı başlı başına macera demekti. Zar zor Serik’ten Manavgat’a ulaşanlar, Alanya’ya devam edebilmek için genellikle deniz yolunu tercih ediyordu.

Gazi Mustafa Kemal kendisine tahsis edilen Yenikapı’daki köşkte geceyi geçirecekti. Gördüğü ilgiden yorulmuş olarak yaveriyle beraber odasına çıktı.

Yol yorgunluğuyla kendini koltuğun üstüne bırakan Cumhurbaşkanı “Bunalıyorum çocuk, büyük bir acı içinde bunalıyorum. Görüyorsun ya, gittiğimiz her yerde devamlı dert, şikâyet dinliyoruz… diyerek titreyen elleriyle sigarasını yaktı. “Her taraf derin bir yokluk, maddi, manevi bir perişanlık içinde… Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; memleketin hakiki durumu bu işte. Bunda bizim bir günahımız yoktur; uzun yıllar hatta asırlarca dünyanın gidişinden aymaz, birtakım şuursuz idarecilerin elinde kalan bu cennet memleket; düşe düşe şu acınacak hale düşmüş. Memurlarımız henüz istenilen seviyede ve kalitede değil; çoğu görgüsüz, kifayetsiz ve şaşkın…”

Bu sözleriyle Antalya’nın diğer Anadolu şehirlerinden farklı olmadığını anlatıyordu. Birkaç yıl önce yapılan nüfus sayımında erkeklerin oranı %45 civarında çıkmıştı. Dul kadınların erkeklere oranı ise savaşlardaki ölümler nedeniyle %95 seviyesindeydi. Şehir merkezinde sağlıklı içme suyu yoktu. Yakın çevrelerindeki bahçelerin dışında tarımsal sulamadan söz edilemezdi. Su sorunlarını çözecek kamu kurumu olmadığı gibi mühendislik hizmeti üretecek birikim de yoktu. Yaz aylarında insanlar susuzluktan kırılır, kış geldiğinde de taşkınlardan canlarını korumaya çalışırlardı. Bataklıklardan kaynaklanan sıtma nedeniyle kitlesel kırımlar yaşanmaktaydı. Çok fazla doğum gerçekleştiği halde ölenlerin sayısı daha fazlaydı. Tam tersinin yaşandığı yerleşimlerde ‘Doğumlar ölümlerden daha çoktur,’ anlamında ‘Tevellüt vefiyatın fevkindedir,’ biçiminde bir deyim kullanılırdı.

Gazi Mustafa Kemal Paşa sözlerine devam ederek “Büyük yeteneklere sahip olan zavallı halkımız ise, kendisine kutsal inanç şeklinde telkin edilen bir sürü temelsiz görüş ve inanışların tesiri altında uyuşmuş, kalmış… Bu arada beni en çok üzen şey nedir bilir misin? Halkımızın aklında kökleştirilmiş olan, her şeyi başta bulunandan beklemek alışkanlığıdır. İşte bu zihniyetle; herkes, her şeyi Allah’tan bekleyiş ve rahatlık içinde, bütün iyilikleri bir şahıstan, yani şimdi benden istiyor, benden bekliyor; ama nihayetinde ben de bir insanım be birader, sihirli bir gücüm yok ki…” diye duygularını dile getirdi.

Antalya’nın kültürel mirasına dönüşen Atatürk’ün sözlerini cumhuriyetimizin 100. yılında yeniden anımsamalı…