Apollon’un Pataralı olduğunu biliyor muyuz?

Ege Denizi’nin iki yakasında ve irili ufaklı yüzlerce adasında M.Ö. 14. yüzyıldan sonra yaşananların, batı mitolojisine kaynaklık ettiğini söylemek pek de yanlış olmaz. Sözlü anlatım geleneğiyle kuşaktan kuşağa aktırılan Egeli tanrıların hikayeleri zaman içinde yörenin inancına dönüşmüştür.  

Ege mitolojisinde Zeus, Olympos tanrılarının başındaki tanrıdır. Bir zamanlar titanların başındaki babası Kronos’a meydan okumuş, titan soylu amcalarının ve kardeşlerinin desteğiyle titanların tanrılığına son vermiştir. Eski titan tanrıların yerine ‘Dağların Zirvesi’ anlamına gelen Olympos’ta, kardeşleri, eşleri ve çocuklarından oluşan yeni bir tanrılık düzenini kurmuştur. Bu tanrıların birbiriyle ilişkilerinden soyları genişledikçe genişler. Ölümsüz tanrıların insanlarla ilişkileri, ölümlü yarı tanrıları ortaya çıkarır. Sözlü anlatım geleneğinin fantastik hikayeleri M.Ö. 9. yüzyılda Homeros ve Hesiodos tarafından yazılı metinlere dönüştürülecektir. En eski antik kaynaklardan sayılan Homeros Destanı da Helenler tarafından yüzyıllar boyunca kutsal kitap olarak değer görür. 

Helenlerin M.Ö. 7. ve 6. yüzyıllarda Dionysos onuruna düzenledikleri bağbozumu şenliklerinde söyledikleri dithirambos şarkıları tiyatro sanatının doğuşuna vesile olmuştur. Ege mitolojisindeki ölümlü ve ölümsüz tanrıların ilişkilerini anlatan yazılı metinler de tiyatro yazarlarını besleyen antik kaynaklardır. Bu sanatın yolculuğu M.Ö. 5. yüzyılda yaşayan tragedya ve komedya yazarlarının eserleriyle günümüze kadar uzanır. En önemli tragedyalar Aiskhylos, Sophokles, Euripidies tarafından yazılır. Aristophanes ise komedyaların ölümsüz yazarıdır.  

Atina’nın altın çağları olarak bilinen M.Ö. 5. yüzyılın sanatçıları, farklı kültürlerin (Anadolu, Ortadoğu, Mısır) mitolojilerini, Ege’nin dokuz yüzyıllık mitolojisiyle harmanlayarak zenginleştirir. Ege mitolojisinin bundan sonraki sürecini Helen mitolojisi olarak görmek daha doğru olacaktır. Bu dönüşüm sürecinde, Anadolu’nun somut olmayan kültürel mirasları da Helen kültürünün parçası gibi görülmeye başlanır.  

Bir örnek vermek gerekirse… 

Laf lafı açıp, lafın arasına ‘Tanrı Apollon’ eklendiğinde, gözlerimizin önüne Olympos tanrılarından yakışıklı bir erkeğin görüntüsü gelir; çoğu zaman başında defne yapraklarından yapılmış çelenk, bazen elinde sanatın tanrısı olduğunu anlatan lir ya da Kithara, bazen de savaşçı kişiliğini vurgulayan ok ya da yay… 

Bir tiyatro okulu mezununa ‘Tanrı Apollon’ hakkında sorular yönelttiğinizde, yukardaki satırlarda yazanları söyleyebilir ama Anadolu’nun önemli kültürel miraslarından birisi olduğunu aklına getirmez. Büyük olasılıkla onları yetiştiren akademisyenler de farklı düşünmemektedir. Çoğu bilim insanı da sözünü ettiğim keşmekeşlik içinde, kendinden önceki kuşakların ezberlerini tekrarlamanın ötesine geçemez. 

Bu görüntünün içine yerleşen mitolojik yanılgıyı düzeltmeye ne dersiniz? 

Ana Tanrıça Kybele’nin özelliklerini taşıyan Tanrıça Leto, Baş Tanrı Zeus’un titan amcakızı olarak karşımıza çıkar. Tanrıça Leto, bulutları devşiren Tanrı Zeus’la yaşadığı ilişkiden hamile kalmıştır. İkiz tanrılar olarak anılan ‘vahşi doğadaki bütün canlıların koruyucusu’ olarak kabul edilen Tanrıça Artemis ile ‘müziğin, sanatın ve şiirin tanrısı’ Apollon’u doğurur. İlk olarak dünyaya getirdiği Tanrıça Artemis, ikiz kardeşinin doğumu sırasında annesine yardım edecektir. 

En eski antik kaynakların kutsal kitap olarak kabul ettiği Homeros Destanı’nda ‘ünü uzaklara yayılan’ ve ‘güzel saçlı’ olarak anlatılan Tanrıça Leto’nun nerelerde yaşadığı ve de Baş Tanrı Zeus’la nasıl bir aşk yaşadığı bilinmez ama Kehanet Tanrısı Apollon’un Lykialı olduğu net olarak vurgulanır.  

Arkeoloji dünyasının ortaya çıkardığı buluntularla Ana Tanrıça Leto ve ikiz çocuklarının Anadolu tanrısı olduğu kesinleşmiş haldedir. Tanrı Apollon Lykia soyunun başkenti Patara’da doğmuştur. Onun adına kurulan kehanet ocakları vesilesiyle Anadolu’nun dışında da tapınım gören tanrıların arasında yerini alır. Ege Adaları’nda da sevilip sayılacak, öncelikli olarak Delos’da, daha sonra Atina’da kültü yayılarak Delphoi’de tapınakları kurulacaktır. 

Bir başka diyardan tanrıların dağı Olympos’a geldiği ve diğer tanrılardan ayrıcalıklı olduğu da Homeros’un dizelerinden hissedilir: 

“… Titrer tanrılar tepeden tırnağa  

Zeus’un sarayında o bir yürüdü mü,  

yaklaşıp parlak yayını bir gerdi mi o,  

bütün tanrılar fırlar ayağa…” 

Okçu Tanrı olarak da Homeros Destanı’nda övgüler düzülen Apollon, ok kullanmaktaki becerileriyle bilinen Anadolu savaşçılarının özelliklerini de ikiz kardeşi Artemis’le birlikte taşımaktadır aslında… 

Apollon’nun Anadolu tanrısı olduğu, Olympos tanrılarının Troia Savaşı’nda tuttuğu taraflardan da bellidir.  Akha Helenleri’nin savaşı kazanmasını isteyen Hera, Athena ve Hermes’in karşısında; Anadolu halklarının desteklediği Troialıların tarafında Leto, Apollon, Artemis ve Aphrodite vardır!  

Ege’nin batı kıyılarında iki bin beş yüzyıl önce yaşayan Helenler, Pataralı Tanrı Apollon’u yere göğe sığdıramaz. Uygarlığın Anadolu’daki doğuşuna tanıklık eden Apollon’u, tanrıların onuruna söylenen hymnos şarkılarında ve tiyatro oyunlarında işleyerek, kendi kültürlerine devşirmek için ellerinden geleni yaparlar. 

O dönemlerin gerçeği içinde Lykialı Apollon’u Helenlerin tanrısı olarak görmek doğal gibi görünebilir ama günümüzde de öyle mi olmalı?  

Somut olmayan kültürel miraslarımızın arasında bulunması gereken Ana Tanrıça Leto ve çocuklarına sahip çıkmamız gerekmez mi?  

Bu pencereden Pataralı Apollon’a Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yetkilileri nasıl bakıyor acaba?  

Batı mitolojisi ya da antik Yunan tiyatrosu üstüne yapacağınız sohbetlerde, laf lafı açıp, lafın arasına ‘Tanrı Apollon’ eklendiğinde ‘O Pataralı bir Lykia tanrısı,’ diyebilmek için burada yazılanları unutmayın lütfen…