Atlantik’te bir İspanyol şehri; A Coruna

Bir önceki yazımda Atlantik kıyılarındaki Les Sables d’Olonne’dan yolculuğumuza başlamak üzereydik. Nerissa adını verdiğimiz Lagoon 40 serisi katamaranla haftalar sürecek maceramızı anlatmaya devam edelim…
Atlantik’e açılmanın coşkusunu şampanyalarla kutladıktan sonra Fransa’nın şirin yerleşim merkezinden palamarları çözdük. Çok geçmeden Les Sables d’Olonne’nun altın sarısı plajları ışıldamaz oldu. Güneş muhteşem görüntüleriyle ufuk çizgisinden veda ederken Fransa’nın sahilleri de arkamızda kayboldu.
Eski dünya ile yeni dünyayı birbirinden koparan yeryüzünün ikinci büyük denizinde bütünüyle ulaşılmaz olduk. Su ve yemek kadar önemsediğimiz telefon ve internet bağlantımız da koptu. Her şeye eyvallah ama sanal alemin olmadığı bir dünyayı kabullenmek zor! Biskay Körfezi’nde konteyner taşıyan gemiler geçiyor bazen. Bazen de endüstriyel balıkçılık yapanların teknelerine denk geliyoruz.
Yaz aylarında olduğumuz halde Atlantik Okyanusu’nun karanlık sularında oldukça serin bir hava var. İlk gece nöbetinde kalın giyinmeden kaptan köşküne çıkmamamız gerektiğini anlıyoruz. Gece uykularını en derin yerlerinde bölen nöbetlerimiz bir buçuk saat! Radara yansıyan gemilerin dışında denizde hiçbir cismi görmek mümkün değil. Ya radara yansımayanlar? Bir gemiden düşmüş konteyner yolumuza çıkabilir mi? Koskoca okyanusta serseri mayın gibi dolaşan kütüklerle karşılaşma olasılığımız nedir? Radara yansımayan balıkçı teknelerinin reflektörleri gözümüzden kaçar mı? Dalgaların arasındaki karanlığa bakarak tuttuğumuz nöbetlerde bunun gibi sorular aklımızda dolanmakta…
İki gün ve iki gece okyanusun dalgaları arasında ilerleyerek İspanya’nın kuzeybatı ucundaki A Coruna şehrine ulaşıyoruz. İspanya denildiğinde Akdeniz’in güneşli plajları akla gelir. Galiçya özerk bölgesinde bulunan A Coruna ise konuklarına okyanus kıyısında olmanın ayrıcalığını yaşatıyor. Yat turizminin popüler adreslerinden birisi olarak bilinen tarihi yarımada, liman şehri olarak Romalılardan beridir önemini korumuş. En önemli gelir kaynağı balıkçılık ama turizm potansiyelini de hafife almamalı.
İş yaşamına A Coruna’da tezgahtar olarak başlayıp, yarattığı ‘Zara’ markasıyla dünyanın en zengin birkaç insanından birisi olmayı başaran Amancio Ortega’nın şirket merkezi hala burada.
İki günü denizde geçirmenin psikolojisinden uzaklaşmak niyetiyle sokakları adımlamaya başlıyoruz. Marinanın karşısına sıralanmış binaların camekanlı cepheleri tarihi dokuyla uyum içinde. Bu şehrin kalbi, 16. yüzyıldaki İngiliz saldırılarında sembolleşen Maria Pita’nın heykeli ile görkemli belediye binasının bulunduğu meydanda atıyor. Tarihe merakı olanlara günümüzde müze olarak kullanılan kale Castillo de San Anton’un yanısıra Colegiata de Santa Maria do Campo ve Iglesia de Santiago Apostol gibi dinî yapılar ilginç gelecektir.
Tarihi yarımadanın diğer tarafındaki Orzan ya da Riazor Plajları, okyanusta yüzmenin heyecanını yaşayanlarla dolup taşıyor. Biz denizden gelip denize döneceğimiz için sokaklarında dolaşan kalabalığın coşkusuna karışmayı tercih ediyoruz. Bir dönem A Coruna’da yaşayan Pablo Picasso’nun, resim eğitimine başladığı okula, aynı sokaklardan geçerek gittiğini bilmek hoşumuza gidiyor. Dar sokaklardaki tarihi binaların giriş katlarını alternatif tapas sunumlarıyla dikkat çeken mekanlar ve vitrinlerine bakmaktan keyif aldığımız şirin mağazalar doldurmuş. Bizim akşam yemeğimizde ise bölgenin popüler deniz ürünü olan ‘pulpo’ var; yani ahtapot!
Bir sonraki yazımızda devamını paylaşacağımız Portekiz macerasına doğru palamarları çözdükten sonra da UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ndeki Herakles Deniz Feneri tarafından uğurlanıyoruz. En büyük deniz fenerlerinden birisi olarak İspanya’nın ulusal hazineleri arasında bulunan tarihi kuleyi Romalılar inşa etmiş.
Ve Atlantik dalgalarının köpürdüğü kayalıkların üzerinden, bizim gibi denize sevdalıların yoluna ışık oluyor…