Ayan Beyan Doğaçlama

Bu sohbetin konusu ‘Doğaçlama Tiyatro’ olacak. On dört yıllık geçmişi olan Kırmızı Kalem Sanat Merkezi’nin çatısı altında sekiz yıldır Antalya seyircisiyle buluşan ‘Ayan Beyan Doğaçlama’ gösterisini geçtiğimiz haftalarda izledim. Çok da eğlendim. Kült gösteriyi tiyatro salonunda bulunan Antalyalı seyircilerin çoğu daha önce de izlemiş. Uzun soluklu projeyle ilgili olarak aklıma takılanları Kırmızı Kalem Merkezi’nin kurucusu Kutsal Kaynak’a yönelttim.

Ayan Beyan Doğaçlama’nın seyirci tarafından bu kadar sevilmesinin esas sebebi nedir?

Kutsal K.- Aslında bizim Türk komiğinin/komedisinin geleneğinde meddahlık var. Söz komiği, spontanite (anındalık), lafı gediğine koymak çok. Geleneksel Türk Tiyatrosuna bakıldığında mesela, Karagöz Hacivat’ta, hikaye anlatıcılığının, meddahlığın çok olduğu bir komiğimizi görüyoruz. Birincisi, bence Türk insanına yakın gelen bir tarz olduğu için seviliyor ama tabii ki dünyada da çok seviliyor. Çünkü insanlar kurgulanmış olandan çok, doğal olanı ve anında olanı daha keyifli buluyor. Bunu da samimiyetle bağdaştırıyor. Çünkü kurgulanmış olanın iyi olması lazım, çok temiz ve üzerine çalışılmış olması gerekiyor. En nihayetinde komedi zor iş. Ama gerçekleşen iş doğaçlama olunca yapılan espri kuvvetli oluyor, daha o anda kabul ediliyor ve geçişi kuvvetli oluyor. Bir de tabii hem seyirci hem oyuncu bir “doğaçlamacı” olana kadar bir nevi, tabiri caizse, bir eğitimden geçiyor. Oyuncuların kutsal mekan olarak gördükleri sahnede çuvallama duygusuyla yüzleşmesi lazım. Mükemmelliyetçiliğini bırakıp, hatasını sevmesi lazım. Aynı zamanda grup olmayı çok iyi becermesi de gerekiyor. Haliyle bunlar bir süreç alıyor. Zaten hatayı sevdikçe, o mükemmeliyetçilikten uzaklaştıkça, samimiyet oluşuyor ve en önemlisi oyuncu değil, “oynayıcı” oluyor. Seyirci de aynı şekilde o yaratımın bir parçası olması gerektiğine alışıyor. Sonuçta doğaçlamada seyirci olmadan olmaz. Aktif olarak sahneye geliyorlar ya da yönelimleriyle sahnedeki akışı var ediyorlar. Hiçbir şey yapmasalar dahi tepkileriyle, gülerek, dikkatli izleyerek, susarak ya da ağlayarak etkide bulunuyorlar. Dolayısıyla seyirci, sürecin çok büyük bir parçası. Bence seyirci bunlardan ötürü sevdi ve sahip çıktı.

Bu interaktif oyunda hem kendinizlesiniz hem de seyirciylesiniz, bunun zorluklarını sahne üstünde yaşıyor musunuz?

Kutsal K.- Kısmen, zaman zaman oldu, oluyor da hala. Çok farklı profilden seyirciyle karşılaşıyoruz ama çok ciddi bir zorluk olduğunu söyleyemem. Seyirciyle doğrudan iletişime geçen başta moderatör diyebiliriz. Zaman içerisinde moderatörlük yapmak da öğrenilen bir şey. Tamamen seyirci üzerinde buz kırıcı olmak ve seyirciyi açmak demektir bir noktada. İlk işiniz seyirciyi alıştırmak -bu arada elli kere altmış kere izleyen var- hiç izlemeyenler varsa meseleye alıştırmak, o utanma duygusundan uzaklaştırmak, bunlara ulaşmaya çalışıyorsun. Bazen de çok garip bir şekilde anlaşmış bir seyirci topluluğu olabiliyor; “Hıııhh, bugün duvar gibi olacağız!” diyen.  İşte o zaman bazen bir sekip geri geliyorsunuz ama tecrübeyle birlikle onu da yönetmeyi beceriyorsunuz.

Kendinizi sahneye nasıl hazırlıyorsunuz?

Kutsal K.- Bize halen “tamamen mi doğaçlama, hiç mi kurgu yok?”  gibi sorular geliyor. Gerçekten yok! İmpro dediğimiz anında doğaçlama tarzı seyircinin yönelimiyle oluşuyor ve o anda oluşuyor. Buraya kadar doğaçlama, evet. Ama şablonu da iyi hazırlanması gerekiyor. Hangi oyun olmalı, hangi oyunlar zamanında değişmeli, hangi oyunlar arka arkaya olmalı ya da olmamalı gibi, konuları çok tartışıyoruz. Masaüstü çalışmalarımız bu oluyor. Bunun dışında egzersiz yapıyoruz. Takım olmamızı güçlendirecek, sağ-sol lob arasındaki balansı çalıştıracak, hikaye anlatıcı yönümüzü artıracak, hayal gücümüzü artıracak, iyi bir dinleyici olmamızı sağlayacak birçok egzersizler yapıyoruz. Bu kısım egzersize girdiği için prova sayılmıyor.

Başladığınız ekiple mi yola devam ediyorsunuz?

Kutsal K.- Bizim sahne üstündeki ekibimiz yedi kişi. Ben Kutsal Kaynak, yaratıcı drama eğitmeni Başak Polat, başından beridir ekibimizde olan ve doğaçlama konusunda bizi gıdıklayan beyin cerrahı arkadaşımız Okan Cinemre başından beridir ekipte değişmeyen üç kişiyiz. Sonrasında Yeliz Gürbüz, Ümit Yürekli ile üniversiteden yeni mezun olan Ergül Can ve Ayşe Güreşçi. Daha önceki yıllardaki arkadaşlarımızın içerisinden girenler çıkanlar oldu. Biz farklı oyunculuk renkleri, farklı sahne plastiğine dikkat ediyoruz. Teşbihte hata olmazsa, yemeğin lezzetini verecek bütün malzemeler tam olsun diye özen gösteriyoruz. Her ne kadar doğaçlama da olsa, işin mutfağı oluyor. Birlikte organizasyonda satışta çalıştığımız Ebru Ekmekçi, Gamze Haykır, Emre Tunceren, Nesrin Şahin var. Takım ruhuna önem veren, değerlerimizi gözeten ve sahneye saygıya duyan arkadaşlarımızın olması çok önemli. Çünkü doğaçlama çok zor bir iş…

Bu işin tanınmış gruplarını takip ediyor musun?

Kutsal K.- İngiltere, Amerika ve Hollanda’da güzel gruplar var. Kuram olarak kitaplarını takip ettiğim Amerikalı Viona Spolin’in çalışmalarını ve felsefesini seviyorum. Türkiye’den de hepimizin bildiği Mahşer-i Cümbüş var. Bu işe çok ciddi şekilde emek veren Tiyatro İmpro kardeş tiyatrolarımızdan. Koray Tarhan zaten birçok üniversitede ders veriyor. Onun da kitaplarını takip ediyorum. Tiyatro Kuka’dan Burak Tamdoğan ve Evren Gülseven var. Onlar da sağ olsunlar bize egzersizler, temrinler, atölyeler yaptılar. Biz de onları burada konuk ettik, Antalya seyircisiyle buluşturduk.

Son sorumuz da ‘Ayan Beyan’ isminin hikayesiyle ilgili olsun.

Kutsal K.- İlk gösterilerimize “Ayan Beyan Akla Ziyan Doğaçlama” gibi bir isimle başladık. Bir iki oyun sonra ismimiz bize de izleyenlere de uzun geldi. Tam yerine oturmadı derken ‘Ayan Beyan Doğaçlama’ oluverdik. Pandemi döneminde de olanaklar elverdiğince seyircilerimizle bağımızı koparmadık. Umuyoruz ki bu salgın kabusundan bir an önce kurtulur ve Ayan Beyan Doğaçlama’nın seyircisiyle daha kalabalık tiyatro mekanlarında buluşmaya devam ederiz.