Başımın Gözümün Tiyatrosu Olsun

Bir grup tiyatrocuyla sohbetteyiz…

Yeni sezona canhıraş hazırlananların arasına “Alkışınız bol olsun,” diye yanaştığımda, küresel salgının perişan ettiği tiyatroyu anlatan anlatana, siyasi iktidarın tiyatro sanatına duyarsızlığına veriştiren veriştirene, tek tük muhalefetin iktidarını sürdürdüğü kamu kurumları da sataşmalardan payına düşeni alıyor ama daha kısık sesle ve kelimeler özenle seçilerek…

Küresel salgın döneminde kamunun tiyatrolara verdiği desteklerle ilgili sohbetlere kulak misafiri olduğumda; başvuruda bulunduğu halde desteklerden yararlanamayanlar, öncelikle devletin sanata düşmanlığını dile getirip, sonrasında da destekten yararlananları “Kendi adamlarına dağıtacaklarını başından belliydi zaten,” saptaması yaparken, kamu kurumlarının desteğini cebine indirenler ‘Kurt puslu havayı sever,’ tavrıyla desteğin bilinmesini tercih etmemekte ya da “Hepsi bu kadar mı yani?” diye burun kıvırmakta.

Özel tiyatroların durumunu ağlamaklı ifadelerle dinleyerek “Ah canım, çok zor gerçekten,” diyen devletin tiyatrosundan birkaç oyuncu; denizde güneşlenirken provaya çağırdıklarını, iki oyunda birden sezona başlayacağını, küresel salgın döneminde burun buruna provanın da nereden çıktığını, başına bir şeyler gelirse vebalini kimselerin ödeyemeyeceğini, yeni sezonun da ertelenmesi gerektiğini söylerken, sağlam bir dizi denk geldiğinde arkalarına bakmadan çekip gitme konusunda uzlaşı içindeler.

Kamu kurumlarının desteğini doğrudan doğruya değil de belediyeler aracılığıyla alanlar ikiye bölünmüş halde “din, iman, hamaset” diyenler ile “laiklik, Atatürkçülük, hamaset” diyenler kıran kırana tartışırken; tartışmanın tarafı olmak istemeyen oyunculardan birisi “Bula bula bu oyunu mu buldular?” diyerek oynadığı oyunu yazarıyla birlikte yerin dibine sokuyor, bir diğeri “Bu oyunu bana bıraksaydılar,” diye dertlenmeye başlayarak yönetmenin yeteneksizliğini kanıtlamaya çalışıyor, bir başkası da birlikte oynadığı oyuncuyla ilgili “Daha sahnede nasıl duracağını öğrenemedi,” diyerek küresel salgının gerginliğini üstünden atmaya çalışıyor.

Bir duayen yönetmen hayatı boyunca defalarca sahnelediği oyunları yeniden sahnelemenin mücadelesi içinde “…ama bu iyi bir oyun,” derken; çevresine topladığı hayran bakışlı oyuncular “Kaç kez seyretmeye niyetlenmiştim ama bir türlü denk gelmedi, şimdi oyuncularınızdan birisi oldum, umarım çocuklarımız için daha sonra da sahnelersiniz,” diyerek duygularını dile getiriyor.

Bir başka duayen yönetmen tanınmış yazarların temcit pilavına dönüşmüş oyunlarını sahnelemenin gerekçesini “…ama bu kez bambaşka olacak,” diye açıklarken; bambaşka olmasına olanak tanımayan idari kadroya, teknik ekibe ve sanatçılara höykürerek, temcit pilavını bambaşka rejiyle yedirme formülünü başka bir ezbere bilinen oyuna erteliyor.

Bir grup tiyatrocunun arasında patronluğa soyunanlar ‘bir dokun, bin ah işit,’ dedirtircesine; sosyal güvencesiz çalıştırdıkları sanatçılara, teknik kadroya ve de diğerlerine “Ne sigortası? Burası ticarethane mi? Kim tiyatrodan para mı kazanmış ki? Kaç para kira ödediğimizi biliyor musunuz? Provaya para mı ödenir? Oyun başına ödeme yapıyoruz. Biz masrafları çıkarmanın peşindeyiz ama sizler sayemizde deneyim kazanıyorsunuz…” diyerek kendince haklı nedenlerini sıralıyor.

Tüm sanat yaşamını okullara tiyatro satarak geçirenlerin sohbeti uzaktan eğitimin zararları üstüne olurken; hem az oyunculu ve telifi olmayan çocuk oyunlarıyla ilgili arayışları sürmekte, hem de “Kaç oyuncu?” diye sorulduğunda “Hiç oyuncu olmasa daha iyi,” diyerek uzaktan erişimle okullara tiyatro yapmanın yolunu aramaktalar.

Bu tiyatro işini yetişkinlere yönelik yapanların dünyası bütünüyle karmakarışık; kimi sanat yaptığını söylüyor, kimi sanattan çorba parasını çıkarmaya çalışıyor, kimi çorbayı sanat olarak satmaya çalışıyor, kimi yurt dışında popülerlik kazanan oyunları sanat adına seyirciye kakalıyor, kimi telif ödemediği klasiklere yapışıp kalıyor, kimi başkasından seyrettiği oyunu kendi rejisiymiş gibi yeniden sahneliyor, kimi tiyatro adına masal anlatıyor, kimi onu da anlatmıyor, kiminde incir çekirdeğinin içinden performans gösterileri, kiminde ‘osuruktan tayyare selam söyle o yâre’ atölyeleri, deneysel tiyatro adına sahneye canlı bomba çıkarıp seyirciyle birlikte patlatmaya ramak kalmış.

Bir grup tiyatrocunun eğlence kaynağı ise cam fanuslarda küresel salgın dönemini geçiren akademisyenlerin “Milattan önce beşinci yüzyılda, Dionysos onuruna düzenlenen şenliklerde…” diye başlayarak, değişen dünyaya, değiştiremedikleri ezberleriyle tiyatroyu anlatmaya devam etmeleri….

Az sayıda tiyatrocunun “Başımın gözümün tiyatrosu olsun!” dedirten halleri, küresel salgın sonrasına hazırlanan tiyatronun gerçeğini yansıtmıyordur herhalde…