BKM’de Manik Atak

Bir tiyatronun kulisine dönüşmüş sahne…
Pek alışık olmadığımız höykürmeyle Bihter Dinçel’in yazdığı ‘Manik Atak’ başlıyor. Yılların eskitemediği kadın oyuncu Melike feryat figan içinde kapris atmakta. Eli ayağına karışan genç oyuncu Leyla da olabildiğince hoşgörülü davranışlarla uzlaşmaya çalışıyor ama dinleyene aşk olsun!
Bu kapışmanın genç oyuncunun aklından geçenler olduğunu sahnenin sonunda anlıyoruz. İlk prova gününde tanıştığı deneyimli oyuncunun, kaprisli davranışlarıyla kulisi cehennem yerine çevireceğini varsayıyormuş aslında…
Bir de yılların eskitemediği oyuncunun penceresinden madalyonun öteki yüzünü izliyoruz. O da şöhrete hazırlıksız yakalayan ve tiyatro için yaratılmadığını anlayamayarak rolünün alt metinlerinde savrulup duran yeniyetme televizyon yıldızlarından biriyle karşılaşmaktan korkmaktaymış aslında…
İki kadın oyuncunun kulisteki kaygıları boşa çıkıyor ama prova için Melike ile Leyla’yı bekleyen başka sıkıntılar var. Bir zamanlar genç kız rolündeki başarısıyla ödüller kazanan Melike, kadın olduğu için yıllar içinde yıldızı sönüvermiş. Bu kez yılların eskittiği oyuncudan kızın annesi rolünü oynaması isteniyormuş. Eski günlerdeki başarısını yakalayamayacağından kaygılanan oyuncunun yaşadıkları anlamak mümkün. Bu durumun anlaşılmaz tarafı ise yıllar önce kızın sevgilisini oynayan erkeğin yine aynı rolü oynayacak olması.
Kıçının kılı ağırmış aktörün jön rolünü oynamasını yadırgamayan alışılagelmiş sanat anlayışının, kadın oyuncuyu yaşından dolayı oyunun dışına itişi, iki kadının diline öyle pelesenk oluyor ki…
Bir anda kendimizi sanatta kadın erkek eşitsizliğinin göbeğinde buluyoruz. Lafın ucu yaşamdaki kadın erkek eşitsizliğine ve devamında kadının toplumdaki yerine uzanıyor. Biz kulisteki provaya kendimizi hazırlamışken, oyuncuların geçmiş yaşamlarına doğru savruluyoruz. Oyun içinde oyunlar oynayan oyuncular, bizleri de kendi oyunlarının içinde tahmin edemeyeceğimiz hikayelere sürüklüyor.
Tam kadın sorunlarıyla ilgili bir tiyatro oyunu izleyeceğimiz kanısına kapılmışken ya da kadının gözüyle erkeklerin dünyasına dalacağımızı düşünürken, hikayenin rotası yeniden değişiyor ve son yarım yüzyılın Türkiye panoramasında kendimizi buluyoruz. İlk aşklarının masumiyetine sıkı sıkıya tutunmayı önemseyen kadınların aşık oldukları erkeklerle ilişkileri de çöküntünün eşiğindeki memleketimden insan manzaraları. Bizim kuşağın yaşadıkları Devrim Yakut’un canlandırdığı subay kızı Melike’nin hikayesine sıkışmış. Bir sonraki jenerasyonun karşılığı da Bihter Dinçel’in yanılsadığı Leyla karakteriyle gözler önüne seriliyor.
İki uçlu bozukluk yaşayan Melike ile Leyla’nın yaşamlarından kesitler, dönüp dolaşıp tiyatronun kulisine yeniden geri geliyor. Neler yaşadıklarını seyirci koltuğuna oturduğunuzda öğrenirsiniz ama sonu gelmeyen hikayelerini, kimi zaman neşeli kahkahalarla, kimi zaman ise boğazımıza takılıp kalan bir lokma kıvamında izliyoruz. İki kadın da toplumsal travmaların yükünü sırtında taşımaktan yorgun düşmüş. Uçlardan uçlara savruluyorlar. Bir sahnede taşkınlık içinde (mani), enerji dolu, heyecanlı ve eğlenceli davranışlarla izlediğimiz kadın oyuncu, başka sahnede çökmüş ruh haliyle (depresif) karşımıza çıkıyor. Bu kez umutsuzluk içinde, özgüveni yerlere yapışmış, suçluluk ile pişmanlık arasında gidip gelmekte, ölmeye ve öldürmeye meyilli, vs…
O tiyatronun kulisinde, deneyimli oyuncu Melike ile oyunculuk kariyerinin başlarındaki Leyla’nın yollarının kesişmesi ise yeknesak kadınlıklarından arınmak için büyük bir fırsat!
İki oyuncunun (Devrim Yakut ve Bihter Dinçel) canlandırdığı oyuncuların (Leyla ve Melike) Manik ve depresif hallerini ortaya koyabilmek kolay bir iş değil. Çok inandırıcı olduklarından, gerçek yaşamlarından alıntıların oyunun içine sızdığını bile düşündüm. Fazla sayıda olayı ve karakteri sahneye taşıdıkları halde inandırıcılıklarını yitirmiyorlar. Bu işin sırrını başarılı oyunculuklarıyla açıklamak mümkün ama ben sahnedeki büyünün samimiyetlerinden kaynaklandığını düşünüyorum.
Dar kadrolu oyuna Yakup Çartık ışık uygulamasıyla, Tolga Çebi de müziğiyle katkı vermiş. Oyunun yönetmeni Barış Dinçel Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Dekor ve Kostüm Tasarımı Bölümü mezunu. Son yılların başarılı tiyatro oyunlarında Barış Dinçel’in dekorlarıyla fazlaca karşılaşıyorum. Bu oyunun zengin dekor tasarımında da yönetmenin imzası var. Bundan sonra başarılı yönetmenlerin arasında adını çok sık duyacağız galiba.
Manik Atak oyununun olaylar örgüsüyle ilgili ufak tefek eleştirilerim olabilir ama dinamik akış içinde kaybolup gidiyor. Ben kendi payıma yazarın kıvrak kalemini sevdim. Daha önce Bihter Dinçel’i tiyatro sahnesinde izlememiştim. Genç oyuncu, Melike’nin subay babası ve Mirsat tiplemelerindeki başarısından dolayı Bihter Dinçel’i kutlamak gerek.
Bu oyunun deneyimli oyuncusunu canlandıran Devrim Yakut’u, Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği ‘Tek Kişilik Şehir’ oyununda izleme fırsatı bulmuştum. Sözünü ettiğim oyundaki rolüyle 2007 yılında VIII. Lions Ödüllerinden ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ve 2008 yılında da Sanat Kurumu tarafından ‘Yılın Kadın Oyuncusu’ ödülüne layık görülmüştü. Manik Atak’la İstanbul’a taşınan oyunculuğu ise tiyatroyu nitelikli tarafından tutmak isteyenlere ders kıvamında…
Bu ders yalnızca Melike karakterindeki başarılı yorumuyla sınırlı değil, çok daha öncesine ait. Devrim Yakut Ankara Devlet Tiyatrosu’nda emeklilik hakkını elde ettiğinde, birçok oyuncu gibi devletin ödenekli tiyatrosuna takılıp kalmıyor. Genç oyunculara fırsat yaratabilmek için Devlet Tiyatrolarındaki kariyerini tadında bırakıp, sanat yaşamını İstanbul’da sürdürmeyi tercih ediyor. Bir tiyatro yorgunu olarak geldiği İstanbul’da, sinema ve dizi projelerindeki başarılarını izliyoruz zaten. Ve şimdi de Devlet Tiyatrolarının yorgunluğundan arınmış olarak Manik Atak’la etkileyici bir dönüş yapıyor.
Son söz olarak, BKM’nin Manik Atak’ı 2019 yılında izlenmesi gereken nitelikli tiyatro oyunlarından biri…