Ege’den Ayrılırken

Karavan yolculuğumuz birbirinden ilginç anılarla Akdeniz’e doğru devam ediyor. Yaz aylarını Karaburun Yarımadası’ndan Akdeniz’e uzanan sahillerde geçirirken, çoğunlukla da karavancıların ulaşamadığı koylarda konakladık.

İki hafta içinde Karaburun Yarımadası’ndan ayrılacağımızı düşünmüştük. Evdeki hesabı Karaburun’a uyduramayınca iki aydan fazla zamanımızı doğa harikası sahillerde geçirdik. Neden derseniz? Bu bölgenin yolları yeterince tamamlanmadığından komşusu Çeşme gibi popüler değil. Antalya’nın turizmle karşılaşmadan önceki yıllarını anımsatıyor. Keşfedilmemiş sahillerle dolu. Bir başka komşusu Urla, hafta sonlarının kalabalığı ve yazlıkçıların ilgisi nedeniyle oldukça hareketli sayılır. Seferihisar’ın kalabalığı ise yazlıkçılardan kaynaklanıyor.

Aydın’ın deniz kıyısındaki ilçelerinden Kuşadası ile Didim’in sahillerini turistik tesislerle iç içe geçmiş yazlıklar doldurmuş. İç taraflardaki Söke ise turizmden yeterince nasibini almamış. Biz Antalya’da turistik tesislerin denizin önünde istinat duvarı gibi yükselmesine alışığız. Bu bölgenin istinat duvarını da yazlık konutlar oluşturuyor. Yan yana dizilmiş yazlıkçıların siteleri güzelim sahilleri istila etmiş. Yine de denize ulaşmak Antalya’daki kadar zor değil.

Ege Denizi’ne kıyısı bulunan Muğla’nın ilçelerini de dolaştık. Milas turizmin dönüştürücü etkisinden korunmuş olsa da Bodrum’un Antalya’dan farkı yok. Turizmin olumsuz etkileri şimdilik Datça Yarımadası’na ulaşmamış.

Dört aya yayılan karavan yolculuğumuz sırasında sahillerdeki temizlik sorununa üzülerek tanıklık yaptık. Pet şişelerin çevreye verdiği zararları azaltmaya çalışırken şimdi de ortalıkta ıslak mendiller uçuşuyor. Halkımız anlaşılmaz biçimde piknik yaptığı yerlerdeki çöplerini olduğu yerde bırakıyor. Kampçıların da onlardan farklı olduğu söylenemez. Hava karardıktan sonra ortaya çıkan domuzlar ve tilkiler çöp poşetlerini parçalayarak karnını doyurmaya çalışıyor. Bunu yaparken insanlardan da çekinmez olmuşlar. Issız koylarda üç beş metre kadar yakınımıza gelen domuzlarla ya da masamızdaki yemeğe ortak olmak isteyen tilkilerle çok sık karşılaştık.

Koyların karşısına dizilmiş balık çiftlikleri de başka bir çevre sorununa neden oluyor. İnsanların karadan ulaşamadığı sahiller bile balık çiftliklerinin çürümüş halatları ve atık maddeleriyle dolu. Bu çiftlikler önceki yıllarda sahillere kuruluyordu. Kıyılardan uzaklaştırıldığı halde atıklarıyla çevreyi kirletmeye devam ediyorlar. Ben dalış yaptığım için denizin altındaki zararlarını kendi gözlerimle gördüm. Antalya sahillerinde giderek çoğalmaya başlayan balık çiftliklerinin de benzer sorunlar yaratacağından kimsenin kuşkusu olmasın.

Yunan adalarının karşısındaki sahillerin daha öncelikli sorunu ise mültecilerin geçiş noktası haline gelmesi. Kim tarafından getirildiği ve nasıl bir organizasyonla bölgeye ulaştığı bilinmeyen mülteciler, botlarına bindikleri gibi Yunan adalarına doğru gözden kayboluyor.

Bu kaçışların birine Karaburun Yarımadası’nda tanık olduk. Hiç kimsenin olmadığını koyların birinde geceyi geçirmiştik. Kahvaltıdan sonra denize girmek üzere karavanımızın yanından biraz uzaklaştık. Tek başımıza olduğumuzu düşündüğümüzden karavanın kapısını bile kapatmamıştık. Gerçekler göründüğü gibi değilmiş. Bir anda kurumuş dere yatağından ortaya çıkan elli kadar mülteci, siyah botlarını karavanımızın önünden denize indirildi. Üst üste yığılmış halde bota binerek Sakız Adası’na doğru gözden kayboldular. Her şey üç beş dakika içinde oldu. Biz de aksiyon filminin içinde kendimizi bulmuşçasına kaçışlarını izledik.

Bu gibi anılarla Ege’den ayrılırken, bundan sonrasında karavan yolculuğumuz nasıl devam edecek bakalım…