Karaburun Yarımadası

Temmuz ayının sıcak günlerini Karaburun Yarımadası’nın koylarını karavanla dolaşarak geçirdik.

Çok ilginç doğal yapısı ve sonu gelmeyen rüzgarlarıyla tanınan Karaburun Yarımadası, zengin bir ekosisteme ve biyoçeşitliliğe sahip. Doğu Akdeniz Havzası’nda insanların doğaya verdiği zararlardan korunabilmiş nadir bölgelerden. ‘Sıfır Yok Oluş Bölgesi’ içinde ve ‘Başka Yerde Olmayanlar’ sınıflandırmasında dünyanın önemli yerlerinden biri.

Ege ve Akdeniz mitolojisinde pek çok efsaneye ev sahipliği yapmış. Homeros’un Odysseia Destanı’nda Rüzgarlı Mimas olarak geçen Mimas Dağı, bugün Bozdağ olarak adlandırılıyor.

Bir su birikintisinde yansımasını gördükten sonra kendisine aşık olan Narcissos‘un, yemeden içmeden kesilerek nergis çiçeğine dönüşmesini anlatan mitolojik hikaye de Karaburun’da geçiyor. Bu efsaneden ‘Narsizm’ kelimesi türemiş. Mis kokulu nergis çiçeğinin yalnızca Karaburun Yarımadası’nda yetiştiğini de söyleyeyim.

Ani yükselen dağlarının arasında, bozulmamış doğası ve kirlenmemiş deniziyle İzmirlilerin nefes aldığı Karaburun’da keyifli hikayeler de biriktirdik. Çoğu hikayemiz alışveriş yapılacak marketlerin uzağında, önceden sipariş verildiğinde ekmeğinizin üç yol ağzındaki kıraathaneye bırakıldığı, onun dışındaki ihtiyaçların ise Karaburun ilçesinin merkezinden karşılandığı ıssız koylarda geçiyor.

Beş gün boyunca Badem Bükü’nde kaldıktan sonra hafta sonunu da tatilcilerin tercih etmediği Turgut Bükü’nde geçirmek istedik. Gün ortasında bizden başkasının olmadığı Turgut Bükü’ne ulaşmıştık. Sakız Adası’nın karşısında bir yerdeydik. Bu aylarda Karaburun’un güneşi denize doğru battığından izlemenin tadına doyulmuyor. Çoğu zaman olduğu gibi karavanımızı panoramik manzaralı bir konuma yerleştirdik. Günlerdir yaptığımız gibi güneşin kızıla dönerek denizde kayboluşunu hayranlık içinde izledik.

Akşam yemeğinin hazırlıklarına başladığımız sıralarda İzmirli genç bir çift de Turgut Bükü’ne geldi. Bir geceliğine kamp yapacaklarını söyleyerek sahilin öteki ucunda çadırlarını kurmaya başladılar. Bir gece için oldukça fazla malzeme getirmişlerdi. Biz kendi yakaladığımız balıkları odun ateşinde pişirirken gençlerin huzursuzluğu dikkatimizi çekti.

Arabasında endişeyle bir şeyler arayan delikanlıya “Biz sorun mu var?” diye sordum.

“Sorma abi,” diyen delikanlı çaresizlik içinde derdini dile getirdi. “Evden çıkarken tavukları kendi ellerimle soslamıştım. Galiba buzdolabında bırakıp gelmişim.”

“Sıkma canını,” diyerek tavadaki balıklarımızı paylaşmayı teklif ettim.

O da kibarlık yaparak “Kesinlikle olmaz!” diye teklifimizi geri çevirdi.

“Buzdolabımızda hepimize yetecek balık var.”

“Ben gider, marketten yiyecek bir şeyler alırım,” diyen gencin yardımımızı kabul etmeye niyeti yoktu.

“Bu saate açık bir yer bulamazsın. Market zaten yok. Teklifimi geri çevirme. Boş yere zaman kaybederek romantik gecenizi berbat edeceksin. Kendini rahat hissetmek istiyorsan, sen de domates salatalık falan verirsin, ödeşmiş oluruz.”

Bu öneri çaresizlik içindeki kampçıya daha kabullenilir olarak görününce iki domates, iki salatalık karşılığında takası gerçekleştirdik. Genç komşumuz pişirip verdiğimiz balıkların karşısında mahcubiyetini azaltmak için alkollü içeceklerini de bizimle paylaştı.

Bu arada da “Benim hayatımı kurtardın abi,” diyerek duygularını ifade etti.

Samanyolu Galaksisinin ışıltısıyla aydınlanan Turgut Bükü’nün iki ucunda, rüzgarın esintisi ve dalgaların sesine kendimizi bırakarak akşam yemeklerimizi yedik. Antalya’nın turizmle buluşmadan önceki yıllarını Karaburun koylarında yeniden anımsadım. Kamp komşularımızın yaşındayken Konyaaltı sahilinde Samanyolu’nu sürekli görürdük, şimdi ise geçmişin Antalya’sı gibi hayal oldu.