Fethiye’den Patara’ya Lykia Yolu 2

Zor tırmanışın birinci gününde (13.10.2021) Ovacık’taki başlangıç noktasından Lykia Yolu’nda yürümeye başlamıştık. İlk günün ödülü sağımızdaki Ölüdeniz panoraması olmuştu. Her adımda geride bıraktığı manzara daha da büyüleyici bir hal alıyordu.

İlk gördüğümüz sarnıç Lykia Yolu gezginlerinin buluşma noktası gibiydi. Hiç zaman yitirmeden deneyimlerini paylaşan yürüyüşçüler, birbirlerine şans diledikten sonra yoluna devam ediyordu. Baba Dağı’nın eteklerindeki tırmanışın sonu gelecek gibi değildi. Gün ortasında fazla yemek yemenin bedeli de ağır olmuştu. Ölüdeniz manzarasının karşısında çadırımızı kurabilmek için etrafımıza bakınarak yürümeyi sürdürdük. Bir yanı dik kayalık, diğer tarafı uçurum olan yürüyüş yolunda geceyi geçirmekten başka seçeneğimiz yoktu. Dar patikanın tamamını kesecek biçimde çadırımızı kurmamız gerekti. Bizden sonra geçeceklere uyarılarda bulunarak da durumu idare ettik. Neyse ki gece karanlığında yürümeye çalışan yalnızca iki yürüyüşçü oldu.

İkinci güne Ölüdeniz manzarasıyla yürümeye başlayarak Kozağaç’taki çeşmeye ulaştık. Köyün inekleri bizden birkaç dakika öncesi geldiği için yalağın başında sıramızın gelişini beklememiz gerekti. Kader’in Yeri’nde gözlemeyle kahvaltı yapacaktık. Fiyatları beğenmediğimiz için köyün çıkışındaki manzarada karnımızı doyurmayı tercih ettik. Kirme’den sonra ‘kırmızı beyaz’ işaretlerden oluşan rotanın dışına çıkmışız. Bu yüzden asfalt yolda birkaç kilometre yürümek zorunda kaldık. Hatamızın ödülü Faralya’dan Kelebek Vadisi’ne filtre kahvemizi yudumlayarak bakmak oldu. Bundan sonrasında geleneksel Lykia Yolu’nu izlemek yerine alternatif yolu takip ettik. Zor bir yürüyüş olacağını biliyorduk. Düşündüğümüzden çok daha da zorlu bir yürüyüşle Aktaş’a ulaştık. İlk günün yürüyüşü 10 kilometrenin üstündeydi, ikinci günümüzde 20 kilometrenin üstüne çıkmıştık.

Üçüncü güne Aktaş’ın olağanüstü kayalıklarında kahvaltı yaparak başladık. Lykia Yolu’nda alternatif rotalardan ilerlemeye çalışanların alternatif sürprizlere de hazırlıklı olması gerekir. Biz de kahvaltının sonunda ahmak ıslatan yağmura yakalandık. Kabak Koyu’na ulaşana kadar yağmurdan payımıza düşeni fazlasıyla almıştık. Kabak Armes Hotel’de verdiğimiz bir saatlik kuruma molasında yorgunluğumuza iyi geldi. İşletme sahibinin sıcakkanlı yaklaşımı yeniden yolumuza devam etmemiz için bize güç verdi. O coşkuyla Kabak Koyu’ndan sonraki parkuru da sahildeki alternatif rotadan geçmeye niyetlendik.

Bu geceyi daha ilerideki Cennet Koyu’nda geçirmeye karar vermiştik. Gün boyunca 13 kilometre yürümenin ve tehlike dolu iniş çıkışların sonunda hedefimize ulaşamadan hava kararmaya başladı. Kara yağmur bulutları Karaca Burnu’nu geçmeye çalışırken tepemizde dolanıp duruyordu. Hava tahminleri fırtınadan söz ediyordu. Biz de Burguncuk Koyu’nda çadırımızı kurarak şiddetli yağmur altında geceyi geçirdik. Zor ve gerilimli geceyi üç mevsime dayanıklı çadırda ıslanmadan atlatmayı başarmıştık.

Dördüncü günün kahvaltısını Cennet Koyu’nda yapmak üzere erken saatlerde yollara koyulduk. Kısa sürede Cennet Camping’in bulunduğu koya ulaştık. Adına yakışır sahilin ortasında batan bir teknenin enkazı karşımıza çıktı. Çok kısa bir süre önce battığını öğrendiğimiz 50 kişilik tekne Avrupa’ya geçmeyi hayal eden 200 Suriyeliyi taşıyormuş. Cennetle cehennemin iç içe olduğunu hatırlatan bir manzara bu! Kamp yeri görülmeye ve konaklamaya değer. İşletmecileri sıcakkanlı insanlar. Biz yine de sonraki yağmurlu gecemizi Lykialılardan kalma Kalabantia Antik Limanı’nda geçirmekte kararlıydık. Öğle güneşinde Cennet Koyu’nda denizin tadını çıkardıktan sonra yolumuza devam ettik. 5 kilometrelik yürüyüşün sonuna doğru yağmur taşıyan bulutların hızla yaklaştığı antik Kalabantia Koyu’na ulaştık. Çadırımızı kurarken şimşekler çakmaya, gökyüzü gürlemeye başladı. Bu akşam da yakacağımız ateşte yemeğimizi pişirmenin hayallerini kurarken, küçücük çadırın içinde karnımızı doyurmak zorunda kalmıştık. Bir solukta yazımızın sonuna geldik ama Lykia Yolu’ndaki yürüyüşün tamamlanmasına daha çok var…