Fethiye’den Patara’ya Lykia Yolu 3

Sırt çantalarımızla Ölüdeniz’den başlayan yürüyüşün dördüncü gününde Lykialılardan kalma Kalabantia Antik Limanı’na ulaşmış ve sağanak yağışa direnmeye çalışan küçücük çadırımızda geceyi geçirmiştik…

Beşinci günün sabahında güneşli bir güne uyandık. Dün geceden ıslanan çadırımızı ve kıyafetlerimizi olabildiğince kuruttuktan sonra 600 metrelik dik tırmanış rotasında küçük adımlarla yürümeye başladık. Zor tarafı denizden 400 metre yukarıdaki Osmanlı Sarnıcı’nda ulaşana kadardı. Antik dönemlerin taşlardan örülmüş yollarında korktuğumuz kadar zorlanmamıştık. Su stoklarımız tükenince Yörük Tuğcan’ın sahibi olduğu Çeti Gözleme’de uzunca mola verdik. Bu sıcakkanlı işletmecinin gözlemesini yemeden yola devam etmek büyük hata olurdu. Biz böyle bir hata yapmadan keçilere dadanan canavar efsanesini dinleyerek karnımızı doyurduk.

Bir vahşi kurttan söz ediyordu!

En başlarda canavarın hikayesini önemsemeden Yediburunlar’da yürüdük. Bir antik kentin kalıntıları arasındaki ağıllarda keçilerin olmamasından ister istemez huylandık. Gey Köyü’nün yakınlarındaki panoramik düzlüğe çadırımızı kurarken, önce keçilerle, sonra da keçilerin çobanıyla karşılaştık. Onun anlattıkları ürkmemize neden oldu. Çoğu köylünün canavar yüzünden hayvancılığı bıraktığını söylüyordu.

Her gece keçilerinin başında nöbet tuttuğunu söyledikten sonra “Korkmayın, canavar insan kokusuna gelmez,” diye moral vermeye çalıştı ama 650 metre yükseklikteki keçi ağılının yakınlarına kurduğumuz çadırın içinde gel de korkma…

O gece canavara kurban gitmediğimiz için altıncı günün programına da sağ salim devam edebildik. Gey Köyü’ndeki gözleme kahvaltısı sonrasında Lykia Yolu’ndaki yürüyüşümüz yeniden başladı. Sağ tarafımıza deniz manzarasını alarak bulutların hizasında yürümek oldukça keyifliydi. Birkaç yüz metrelik inişli rotada ilerlemek göründüğü kadar kolay olmadı. Başlangıçtaki yüksekliklere çıkarken de fazlasıyla zorlandık. Yarı yolda karşılaştığımız Osmanlı öncesinden kalma zeytin ağacı için bile buralarda yürünür. Biz de Bel’e kadar üşenmeden yürüdük zaten. Geceyi Belceğiz’de geçirmeye karar verdiğinizden 13 kilometrelik yürüyüşle günümüzü tamamladık. Bu arada ayranını içip, çitlembiklerini yediğimiz Çoban Kadir’in sohbeti canavar efsanesine bambaşka bir boyut kazandırdı. Köy halkı keçilerin ormana zarar vermesini engellemek için canavarı devlet görevlilerinin bıraktığına inanıyordu. Canavarlığa bakar mısınız? Belceğiz’deki ormanlık alanda yaktığımız ateşin etkisiyle canavarları düşünmeyi bıraktık. Kamp ateşinde dolunayın tadını çıkarma zamanıydı şimdi…

Yedinci güne kilometrelerce uzaklıktan eşinin yaptığı gözlemeyi getiren Çoban Kadir’in “Voyn! Voyn!” diye seslenişiyle uyandık.

Bu gece de canavarın kurbanları arasında değildik. Kaşla göz arasında Çoban Kadir sabah ateşini yakmamıza yardım etti. Odun ateşinde pişirdiğimiz sucuk ve yumurtayı da menümüze ekledik. En zor yürüyüş günümüze fazlasıyla hazırdık. Herkesin çekindiği Gavurağılı’nı geçmeye çalışacaktık. Yolun başında karşımızdan gelenlerin perişanlığı yüzlerinden okunuyordu. Bir haftadır olduğu gibi Lykia Yolu’nda yürüyenlerin tamamına yakını yabancı uyrukluydu. Sağ tarafımızda başından sonuna kadar muhteşem bir manzara olduğu halde küçük molalar dışında ayaklarımızın altındaki kayalardan gözümüzü ayıramadık. Çok dik dağların yamacından 500 metrelik inişi kazasız belasız tamamlamamız yarım günümüzü aldı.

Bir süre ormanlık alanlarda ilerledikten sonra Patara sahiline hakim noktadaki Pydnai Kalesi’nin kalıntılarına ulaştık. Ortaokul öğrencisi bir çobanla sohbet ederek antik dönem kalıntıları arasında dolaştık. Akıllı çocuktu. Yol işaretlerini kaybettiğimizi görünce peşimizden gelerek doğru rotaya girmemizi sağladı. Bizi incitmemek için de keçilerinden birini aramaya geldiğini söyledi. 12 kilometrelik yürüyüşün sonunda Patara kumsalının batı ucundaki Karadere Plajı’na ulaşmayı başarmıştık. Canavar efsanesini dağlarda bıraktığımız için çadırımızda huzurla uyuyabilecektik.