Kültürel Miras

Bu hikayenin başlangıcı 101 yıl öncesine uzanıyor…
Bir Anadolu köyünde yaşayan iki amcaoğlu, komşu köyün güzel kızına aşık olur. İkisi de askerlik yaşına gelmemiştir. Yaşı büyük olan Çanakkale’de savaşmak üzere gönüllülerin arasına katılır. Yaşı küçük olan da güzel kızı kaptırmamak için amcaoğlunun peşine takılır. Bu arada oyunbaz davranışlarla komşu köyün güzel kızını kendisine aşık etmiş ve geride bıraktığı köyünün topraklarını unutmaması için verdiği mendili canından değerli görmüştür. Güzel kızın mendili köylerinin havası gibi kekik kokmaktadır. İki amcaoğlu Anzacların Arıburnu çıkartması sırasında savaşa katılamadan esir düşecek ve Çanakkale Savaşı’nın akışını değiştirecek sürecin içinde kendilerini bulacaktır. Bu arada kekik kokulu mendil de savaşın acımasızlığından nasibini alır. Suvla Koyu’na yapılacak çıkartmanın istihbaratını Türk cephesine ulaştırmak için firar ettikleri sırada yaşı büyük olan, daha sonra da diğeri şehit olur…
Bu gibi bir hikayenin Çanakkale Savaşı’nda yaşanıp yaşanmadığını bilemiyorum ama ‘Mendilim Kekik Kokuyor’ ismiyle yazdığım uzun metrajlı film senaryosu, 18 Mart Üniversitesi’nin Çanakkale Savaşının 100. Yılı anısına düzenlediği ‘Uluslararası Film Senaryosu Yazma Yarışması’nda birinci oldu. Aziz Nasin’in hikayelerini aratmayan olaylar silsilesi içinde ödül töreni bir yıl sonra gerçekleşti. Bu senaryonun yazımına değerli katkıları esirgemeyen proje ortağım Seyit Tutkuncan Bozkurt’la üniversitenin misafiri olduk.
Ödül töreni sırasında, “Biz savaşların siyasilerin kararları olduğuna ama kaybedenlerin insanlar ve insanlık olduğunu düşünüyoruz. Bir değer uğruna savaşmamız gerekiyorsa; ‘dil, din, ırk, cinsiyet’ yerine ‘barış’ için savaşmayı tercih etmeliyiz. Bunun için sanat önemli bir güçtür. Bu gücü kullanmaya çalışarak uzun metrajlı film senaryosunu oluşturmaya çalıştık,” diye başlayan konuşmayla düşüncelerimi dile getirdim.
Tüm protokol töreni hoştu ama daha güzel olanı, dereceye giren diğer yarışmacılarla birlikte Gelibolu Yarımadası’na yaptığımız tur oldu. Bir grup ödüllü edebiyatçıyla 101 yıl öncesindeki savaşın izleri arasında günümüzü geçirdik. Biz daha öncesindeki araştırmalarımız nedeniyle Çanakkale Savaşı’nda yaşananları algılamakta zorlanmadık. Ön araştırması olmadan bölgeye gelen ziyaretçiler için de Çanakkale destanının basit bir dille anlatıldığı bir simülasyon merkezi oluşturulmuş. Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi’ndeki canlandırma odalarının bazılarında üç boyutlu gösterim yapılıyor. İç turizme yönelik çalışmalarıyla savaşın yaşandığı bölgeyi cazibe merkezi haline getirmeyi başarmışlar. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden ziyarete gelenlerin Çanakkale’nin ekonomisine büyük katkı sağladığını gözlemleyebiliyorsunuz. Her yaş grubu ve farklı kültürel yapıdaki Anadolu insanını ‘deniz, kum, güneş’ tatili dışında bir arada görmek çok hoş, çok renkli ve fazlasıyla umut verici…
Yaz sezonunda, yabancı ziyaretçilerin %50’ye yaklaşan kayıpları ve böyle bir krize hazırlıksız yakalanan Antalya’nın sıkıntıları, Çanakkale yolculuğu sırasında ister istemez aklımın bir köşesindeydi. Bu gibi simülasyon merkezinin Antalya’ya da kurulacağını, zengin yöre tarihinin, yerli ve yabancı ziyaretçilerin belleğinde yer edeceği günleri hayal ettim. Bir biçimde kültürel mirasımızın taştan öte değerinin olduğunu kendimize ve başkalarına anlatmak gerek.
Çok bölgede tanık olduğum gibi Antalya’nın insanı da Çanakkale destanını kendi bölgesinin antik tarihinden daha iyi biliyor. Türk kültürünün 1071’e uzanan tarihini yarım yamalak biliyoruz ama öncesine bütünüyle yabancıyız. Göz göre göre Anadolu’daki insanlık tarihinin pas geçiyoruz, olmuyor yani…
Bu toprakların kültürel mirası bizim geçmişimiz değil mi?
Bütününe sahiplenmemiz gerekmez mi?