Sıcağı Sıcağına Darbe ve Tiyatro

Pis bir darbe denemesinin, ‘Bu bir tiyatro…’ söylemiyle sosyal medyada karşılık bulmasının hemen öncesinde, Arnavutköy’deki bira muhabbetimize siyaseti bulaştırmış ve “Bir gitseler de kurtulsak yahu!” diye iktidar hakkında söyleniyorduk.
Biz darbenin kalleşliğini aklımızın ucundan geçirmezken, boğaz köprülerini kapatan tanklar muhabbetimizi böldü. Uçaklar yalarcasına tepemizden geçmeye başladı. İçkilerini yarım bırakan müşteriler kaçarcasına uzaklaştı. Darbeler konusundaki pişkinliğimize güvenerek biralarımızı bitirmekte kararlı davranınca ortalıkta taksi falan kalmadı. Arnavutköy’den yukarı doğru soluk soluğa yürümeye çalışırken 15 Temmuz darbesinin sıkıntılarını yaşamaya başlamıştık bile…
Hiç yoktan 12 Eylül darbesinin anıları belleğimde canlanmaya başladı. O yıllarda şehirlerarası görüşme yapmak için çevirmeli telefonların başında saatlerce beklemek gerekirdi. Televizyonun tek kanalı TRT’ydi. İnternet diye bir kavram yoktu. Kız arkadaşlarla sosyalleşmeye kalkıştığında siyasi abilerden ‘Bacılardan uzak dur!’ nasihati gelirdi. Kaos ortamındaki siyasetin cılkı çıkmıştı. Siyasi olduğu söylenen cinayetler katlanmaya başlanmış ve ‘beşi bir yerde’ diye anılan cuntanın TRT televizyonunda 1 Nolu bildirisi okunmuştu.
Sözünü ettiğim askeri darbenin üstünden yaşamımın üçte ikisi geçtiği halde geride bıraktığı izler silinmedi; iyice laçkalaşan cunta anayasasını sil baştan yenileyemediler, orduevinin dışındaki yaşama ayak uyduramayan cuntacılardan beceriksizce devlet yönetmenin hesabını soramadılar, onlar ölüp gitti ama yaptıkları yanlarına kâr kaldı…
Bu ‘dabederler’ 80’li yılların başlarında çekilen amatör kamera görüntülerini, dijital yayın formatında, 2016 Oscar adayı olarak yeniden mi izleteceklerdi?
Biz soluk soluğa evlerimize yetişmeye çalışırken, TRT televizyonunda okunan Yurtta Sulh Konseyi’nin bildirisi, geçmişin anılarına kapak oldu.
Üç sezondur İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen ‘Sirke Tadında Böğürtlen Reçeli’ adındaki oyunum, darbelerin sıkıntılarını yaşayan ülkelerin birinde geçiyor. Üç farklı darbenin arasında savrulan Federico ile Patricia’nın hikayesi kara mizahın buruk tadıyla anlatıyor. İlk olarak, sivil darbeyle demokrasiden uzaklaşan güçlü iktidarın karşısında, muhalefete yakın olmanın bedelini ödüyorlar. İkinci olarak karşılarına çıkan askeri darbe 12 Eylül Türkiye’sinde yaşananlardan farklı değil. Son olarak da ekonomik darbe diyebileceğimiz ortamın içinde kendilerini buluyorlar. Bu darbelerden geriye kalan ise iletişimsizliğin yabancılaşmaya, yabancılaşmanın insansızlaşmaya dönüştüğü absürd dünyada, anlamsızca gelip geçen bir yaşam…
Son Türkiye darbesinde, Yurtta Sulh Konseyi’nin bildirisi ile yazdığım oyundaki darbe bildirisinin benzerlikleri görünce ‘Benim yazdığım tiyatro ama…’ diye duraksadım.
Yurtta Sulh Konseyi’nin bildirisinde “…Siyasi idarenin aldığı hatalı karar ile mücadeleden geri durduğu terör tırmanarak bir çok masum vatandaşın ve teröristle mücadele eden güvenlik görevlerimizin hayatına mal olmuştur. Bürokrasi içindeki yolsuzluk ve hırsızlık ciddi boyutlara ulaşmış. Ülke sathında bununla mücadele edecek hukuk sistemi işlemez hale getirilmiştir,” deniliyor.
Tiyatro oyununda “Onların kısır çekişmeleri ve çözümsüz yaklaşımları karşısında, yıkıcı, bölücü ve de parçalayıcı güç odaklarının hedefi haline gelmiş vatandaşlarımızın can ve mal güvenliği sağlanamamaktadır. Her yönetim kademesine sızmayı başaran sapık düşünceler ulusal birlik ve bütünlüğümüzü yok etmek üzeredir,” diye yazmışım.
Yurtta Sulh Konseyi’nin bildirisinde “…Cumhuriyetimizin kazanımlarının karşı karşıya kaldığı tehlikeleri bertaraf etmek, hukuk devleti önündeki fiili engelleri ortadan kaldırmak milli güvenlik tehdidi haline gelmiş olan yolsuzluğu engellemek terörizm ve terörün her türlüsü ile etkin mücadele yolunu açmak temel evrensel insan haklarını mezhep ve etnisite ayrımı gözetmeksizin tüm vatandaşlarımız için geçerli kılmak laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti ilkesi üzerine oturan Anayasal düzeni yeniden tesis etmek devletimizin ve milletimizin kaybedilen uluslararası itibarını yeniden kazanmak, uluslararası ortamda barış, istikrar ve huzurun temini için daha güçlü bir ilişki ve işbirliğini tesis etmek maksadıyla yönetime el koymuştur,” deniliyor.
Tiyatro oyununda “…iç ve dış güçler karşısında ulusal bütünlüğümüzü korumak, akan kanları durdurmak, en kısa zamanda ulusumuzun demokratik düzene dönüşünü sağlamaktır. Bu nedenle acizlik içindeki siyasetçilerin temsil yetkisini ellerinden alıyor, ulusumuzun içine düştüğü duruma son vermek için yasalarımızın ordumuza verdiği yetkiye dayanarak ülke yönetimin tamamına el koyuyoruz…” diye yazmışım.
Yurtta Sulh Konseyi’nin bildirisinde “…Devletin yönetimi, teşkil edilen Yurtta Sulh Konseyi tarafından deruhte edilecektir. Yurtta Sulh Konseyi, BM, NATO ve diğer tüm uluslararası kuruluşlar ile oluşturulmuş yükümlülükleri yerine getirecek her türlü tedbiri almıştır,” deniliyor.
Tiyatro oyununda “…Ulusumuzu temsil eden ordumuzun mal ve can güvenliğiniz için yapacaklarına güvenin, bize inanın ve bizleri izlemeye devam edin…” diye yazmışım.
Bir tarafta darbecilerin, diğer tarafta tiyatronun gerçeği…
Ben tiyatro oyununda, seksenli yılların gerçeğine uygun bir darbe bildirisini özenle hazırlamıştım ama 2016 yılının cuntacıları, bunu bile beceremeden ‘kopyala yapıştır’ yöntemiyle darbeyi geçiştirmeye çalışmışlar; olmamış tabi…
Eğer darbe karşıtı birkaç tiyatro oyununu izlemiş olsalar, yaşamlarını karartacakları insanlarla duygudaşlık kurabilirler ve belki de vicdanlarının sesini duymaya vesile olurdu tiyatro…