Lykia Yolu’nda Gelidonya Feneri

Üç bin beş yüz yıl öncesinde ‘Lykia Yolu’ olarak bildiğimiz Fethiye ile Antalya arasındaki patikalarda dolaşan Lykialılar için sıradan bir gün…

Dar patika yollarda binek hayvanlarla bile ilerlemek kolay değil. Ama bu durum Teke Yarımadası’nda yaşayan Lykialılar için günlük yaşamın bir parçası. Yürümek insanın doğasına kodlanmış zaten…

İki Lykialı kahramanımız da MÖ 14. yüzyılda Kumluca taraflarından yürüyerek yola çıkmış. Bir geceyi açık arazide geçirerek Adrasan’a ulaşma niyetindeler. Dağ tepe aşarak yürüyen Lykialıların sırtında on beşer kiloluk yükler var. Çok da aceleci davranmıyorlar. Yaz geldiğinde yürümenin eziyetini bildikleri için mayıs ayının tadını çıkarmakta kararlılar. En uzun molayı yorulmaya başladıkları Korsan Koyu’nda veriyorlar. Geceyi orada geçirebilecekleri halde daha yürüyebileceklerine karar vererek yollarına devam ediyorlar.

Gün batımına yakın Antalya Körfezi’nin batısındaki Taşlık Burnu’na (Gelidonya Feneri”nin bulunduğu yere) ulaşıyorlar. Beş Adalar ile Sulu Ada’nın panoramik büyüsüne kapılan Lykialılar geceyi Gelidonya Feneri’nin bulunduğu yerde geçirmeye karar veriyor. O dönemde bulundukları yerde gemici feneri olmadığı gibi denizcilikte ‘gemici feneri’ diye bir kavram da yok. Yıldızlara bakarak yönünü bulan denizciler deneyimlerine ve pagan inançlarının tanrılarına güvenerek uluslararası denizlerde dolaşıyor.

Taşlık Burnu’nda mola veren Lykialara dönecek olursak, yanlarında taşıdıkları yiyecekleri birbirleriyle paylaşıyor. Gün geceye döndüğünde batıdan esen rüzgar sertleşiyor. Doğu sırtındaki yamacın daha korunaklı olduğunu düşünüyorlar. Denizin üstünden yükselen dolunay gökyüzünü adım adım aydınlatıyor. Gecenin büyüsünü bozmamak için ateş yakmıyorlar. Aşk üstüne hikayeler anlatarak dolunayın denizle oynaşmasını izliyorlar.

Sohbet güzel olsa da uykunun ağırlığı gözkapaklarına vurmaya başlıyor. Biri sabah erkenden yollara koyulacaklarını söyleyerek uykunun kollarına kendini bırakıyor. Diğerinin de gözleri kapanıp açılıyor aslında. Tam uyuyacağı sırada denizin içindeki siluet dikkatini çekiyor. Gece gündüz demeden antik dönemlerin yüklerini taşıyan gemilerden birini gördüğünü anlıyor. Her zaman denk gelmez böyle görkemlisi. Ay ışığında gemiyi izlerken ikinci Lykialının da gözleri kapanıveriyor. Beş Adaların ucundaki Devecitaşı Adası’nın biraz açığında görkemli geminin batışına tanık oluyor ya da uyumak üzereyken gördüğü deniz kazasını rüya sanıyor…

Bu hikayenin benzeri yaşanmış mı bilinmez ama Nisan ayının son günlerinde sözünü ettiğim Lykia Yolu parkurunda yirmi iki kilometre yürüyerek Gelidonya Feneri”nin bulunduğu alanda çadır kurduk. Dolunayın altında kahvemizi yudumlayarak olağanüstü bir gece geçirdik. Ayışığında yolculuk yapan bir yelkenli Sulu Ada yönünden gelip, Beş Adalar’ı geçerek gözden kayboldu. Devecitaşı Adası’na yakın geçtiği halde günümüz teknolojisiyle donanmış yelkenli, tehlikeli durumlar yaşamadan yoluna devam etti.

Bizim hikayemizdeki Lykialı gerçekten geminin batışını gördü mü yoksa bir rüya mıydı bilinmez ama MÖ 15. yüzyılda Gelidonya Feneri’nin açıklarında fazla sayıda gemi batmış. Bu bölge akıntıları ve zaman zaman sertleşen fırtınalarıyla gemiciler için tuzaklarla dolu bir coğrafyaya dönüşebiliyor. Batık kazılarıyla uğraşan bilim insanları Gelidonya Burnu ucunda dünyanın en eski batığına ulaşıldığının haberini verdi. Büyük olasılıkla hesapta olmayan bir fırtınadan kaçmak isterken, akıntıların da etkisiyle manevrasını tamamlayamamış ve kıyıdaki kayalıklara çarparak batmış olmalı.

Bir gün yolunuz Gelidonya Feneri’ne düştüğünde, dünyanın bilinen en eski batığının karşınızdaki adaların dibinde olduğunu unutmayın.