Okyanusta Yelken Açmak

Hiç yosun rengi okyanus dalgalarına ruhunuzu ve bedeninizi teslim edip, bir dalgadan diğerine taşıdınız mı?
Bir kara parçasına ayağınızın günlerce değmediği, toprak kokusu yerine okyanusun isi sisli, sisi puslu havasını ciğerlerinize doldurduğunuz zamanlar oldu mu?
Yaşlı dünyamızın yalnızca denizlerden ve gökyüzünden oluştuğu dönemlerinde kendinizi bulduğunuz duygusuna kapıldınız mı?
Bir tarafınızda bütün canlılığıyla gökyüzüne doğru yükselen dolunay, diğer tarafınızda günün yorgunluğunu yüklenmiş güneşin batışı ve ikisinin arasında günlerin gecelere karıştığı zamanlarda kaybolduğunuz oldu mu hiç?
Zaman kavramınızı yitirdiğiniz günlerin arasında kendinizi bulmaya çalışırken, uçsuz bucaksız okyanus ile gökyüzü arasında gerçek ne acaba?
Bu soruları Atlantik Okyanusu’nun coşkulu dalgaları arasında ilerleyen Lagoon 42 model katamarandan soruyorum. Nerissa adındaki katamaranın sahibi Antalyalı işadamlarından Ömer Arıcan. Beş kişilik ekibimizde Antalya’nın tanınmış simalarından Can Hakan Karaca, Mehmet Hamamcıoğlu ve ‘Kar Leoparı’ Nasuh Mahruki var. Dört hafta süreceğini varsaydığımız katamaran yolculuğunun birinci haftasında Atlantik Okyanusu’nu aşmaya çalışmaktayız. Daha sonra Cebelitarık Boğazı’ndan Akdeniz’e ve finalinde de Ege’ye ulaşacağız.
Her şey yolunda gidiyor ama…
Beş erkeğin 3.000 deniz mili civarındaki katamaran yolculuğunu en başından anlatmak daha doğru olacak sanki…
Kış aylarında siparişi verilen yelkenliyi teslim almak üzere, ağustos ayının ortalarında Fransa’nın Les Sables d’Olonne bölgesine gelmiştik. Antalya ve çevresi ağustos sıcağından bunalırken, Atlantik kıyıları düşündüğümüzden daha serindi. Altın sarısı ışıldayan Les Sables d’Olonne plajlarının popülerliğini havanın serinliği engelleyememiş. Bu yerleşim bölgesinin adı da ‘Olonne’un kumları’ anlamına geliyor zaten. Les Sables d’Olonne’u ikiye bölen nehrin kenarından başlayan plajlar kilometrelerce uzanıyor. Plajların okyanustaki ‘gel-git’ hareketliğinden dolayı deniz tarafından işgaline tanıklık yapmak gerçekten de ilginç.
Bir dünya markası olarak bilinen Lagoon serisi katamaranların Les Sables d’Olonne’da teslim edilişi bölgeye ayrı bir prestij kazandırmış. Akarsu yatağına kurulmuş marinaları da okyanusun ‘gel-git’lerine uygun olarak tasarlamışlar. İki üç metre kadar deniz yükseldiğinde, yelkenlilerin bağlı olduğu pontonlar da denizle beraber yükseliyor. Bu farkındalıkla çevreye baktığınızda, denizin yükseldiği zamanlardan kalan izleri kolaylıkla fark edilebiliyorsunuz.
Üç ekip arkadaşımız Les Sables d’Olonne’a benden önce ulaştığı için Lagoon 42’nin teslim alma işlemini ve yolculuğumuz sırasında ihtiyaç duyacağımız donanımı tamamlamıştı. İlk bakışta kolay bir işlem olduğunu düşünebilirsiniz ama deniz üstünde yeni bir yaşam alanı oluşturmak hiç de göründüğü gibi değil; mutfak ekipmanları, nevresim takımları, temizlik malzemeleri, yiyecekler, içecekler ve de bir dünya ıvır zıvır iş…
Bir gün gecikmeyle ekibe dahil olduğum için geriye kalan işlere yardımcı olmaya çalıştım. Son ekip arkadaşımız Nasuh Mahruki gelene kadar ‘geneaker’ ya da ‘asimetrik balon’ diye tabir edilen yedek yelkenliyi yerine yerleştirmekle uğraştık. Bir ara ekip arkadaşlarımın dolduruşuna gelerek 16 metre yükseklikteki yelken direğinin tepesine bile tırmandım. Her an aşağıya düşeceğimin kaygısını yaşadığım heyecan verici bir deneyimdi. Les Sables d’Olonne’e yükseklerden bakmak ayrı bir keyifmiş.
Bu yazıya Fransa’dan ayrıldıktan sonra uğradığımız İspanya ve Portekiz limanlarını da eklemeyi düşünmüştüm ama önümüzdeki ayın yazısına kaldı artık…