Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur

Umarım hikâye anlatımının farklı formlarını araştıran Şule Ateş’in tiyatro çalışmalarıyla yolunuz kesişmiştir. Uzun yıllardır yerel kültürler ve geleneksel anlatı formları üzerine, performatif sahneleme yöntemleriyle çalışıyor. 2004’te yaptığı Kasım ile Nasır’ı, İran’ın geleneksel anlatı formu Taziye’den yola çıkarak ve güncel oyunculuk yöntemleriyle yorumlamayı denemişti. 2006’daki Uzun Yolda, Türkiyeli Romanların uzun göç hikâyesini ve kültürünü, yine disiplinlerarası, performatif bir yaklaşımla yorumladı. Kuştepeli Roman gençlerle birlikte geliştirdiği gösteri, aynı zamanda katılımcı bir tiyatro (Divised Theatre) çalışmasıydı. Vakit Tamam Beyler(2007), köy seyirlik oyunlarındaki beden kullanımı ile çağdaş oyunculuk tekniklerini birleştirdiği bir araştırma oldu. Tevhid/Oneness (2010) aynı şekilde Alevi inancı ve geleneği üzerine güncel bir gösteri tasarlamanın yöntemlerini araştırıyordu. Kahramanın El Kitabı (2016), sahnede dijital teknoloji kullanımı ile hikâye anlatıcılığı geleneğimizin güncellenme olanakları üstüneydi.

Pandemi dönemi de video, artırılmış gerçeklik ve sanal gerçeklik teknolojilerini kullanarak hikâye anlatmanın yollarını (Karantina2020 ve Dijitallab: Performans) araştırarak geçmiş.

Bu arada, Pınar Göktaş’la birlikte çalıştıkları Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur’u karantinanın hemen öncesinde, 2019’un son ayında sergilemeye başlamışlar. İki yıldır pandemi nedeniyle verilen uzun aralara rağmen otuzun üzerinde oynanmış bu tek kişilik, otobiyografik gösteri… Hala da oynanmaya devam ediyor.

Tüm bu çalışmalar, sonuçtan çok sürece odaklandığı bir laboratuvar, bir araştırma süreci olmuş Şule Ateş için… AÜ DTCF Tiyatro Bölümü’nde birlikte okuduğumuz arkadaşımla yeniden yollarımız kesişince son çalışması üstüne keyifli bir sohbet yaptık.

A. KADİR BOZKURT- Pınar Göktaş’la çalıştığınÖyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur’un tek kişilik bir oyundan farkı ne?

ŞULE ATEŞ- Son projemiz oyun sahnelemekten çok, ‘anlatıcı-oyuncu’ araştırması yapmak üzere çıktığım bir yolculuk benim için. 2019 yaz aylarında beş oyuncuyu davet ederek bir laboratuvar süreci kurgulamıştım. Çalışmanın başlığı, Hikâye Anlatıcılığı Yöntemiyle Solo Performans Tasarımı’ydı. Oyuncular hikâye önerileriyle geldiler ve on – on beş dakikalık kısacık sunumlarla başladık. Hikâyeyi oyuncunun seçmesi önemli çünkü bağ kurduğu bir hikâyeyi anlatıyor olmalı… Kurgulanan dünya, anlatıcı  – oyuncunun dünyası olmalı ki oyuncu, anlatıyla doğal ve organik bir bağ içinde olabilsin… Benim yönetmen olarak yaptığım, oyuncunun getirdiği malzemenin bir anlatıya, izlenebilir bir forma dönüşmesini sağlamak. Oyuncunun dünyasını, sahne üzerinde imgeler ve aksiyonlardan oluşan bir performansa transfer etmek.  Çok kolay bir iş değil yani aslında. Pınar Göktaş’ın aynı zamanda kısa filmler çekiyor ve senaryolar yazıyor oluşu, epey işimize yaradı diye düşünüyorum.

Özetle çalışma, çekirdek bir hikâyeyi provalar boyunca sahne üzerinde oyuncuyla beraber işleyerek, bir gösteriye dönüştürmeyi amaçlıyordu ve altı aylık bir çalışmayla, Pınar Göktaş’ın hikâyesini bir performansa doğru geliştirmeyi başardık. Bu araştırmada yapmaya çalıştığım şey, geleneksel hikâye anlatıcısının geçmişte seyircisiyle yakaladığı organik ve canlı ilişkiyi, günümüzün anlatıcı – oyuncusu ve seyircisi arasında yeniden tesis etmenin yöntemini, oyuncuyla birlikte araştırmak.

A. KADİR BOZKURT- Anlatıyı canlı kılmanın ve canlı tutmanın yolu nedir?

ŞULE ATEŞ- Tam olarak buna bakıyorum bu oyunda… Temel noktalardan biri, gösterinin yazılı ve sabit bir metninin olmaması… Metin And, Özdemir Nutku gibi araştırmacılarımızın çalışmaları gösteriyor ki Osmanlı Meddahları hikâyelerini asla yazmıyorlar. Sadece hikâyenin akışındaki önemli noktaları, hatırlatma cümleleri halinde not ediyorlar. Yani hikâyenin sadece ana hatlarını ezberliyor, kalanını her seferinde, sahne üzerinde yeniden yazıyorlar.  Bu yaklaşım, hikâyenin de anlatıcı ve seyirci gibi, yaşayan ve değişen bir ‘varlık’ olmasını sağlıyor. Zaman değişiyor, mekân değişiyor, seyirci mekândan mekâna, zamandan zamana değişiyor, anlatıcı olgunlaşıyor…

A. KADİR BOZKURT- Hikâye neden bu değişimin dışında kalsın ki?

ŞULE ATEŞ- Tabii geleneksel anlatıcılar ‘usta-çırak’ yöntemiyle yetişiyordu ve bu ustalar efsaneleri, meselleri ve masalları anlatıyorlardı. Toplumun kolektif bilincinde yer etmiş ortak hikâyeleri… Çırak, ustasını yıllar boyunca izleyerek imgeleri biriktiriyor, hikâyeleri öğreniyordu. Ustanın hikâyeleri seyirciye, zamana ve koşullara göre nasıl eğip büktüğünü, değiştirdiğini yıllar boyunca gözlemliyordu.

A. KADİR BOZKURT- Bugün böyle bir zamanımız yok.

ŞULE ATEŞ- Zaten artık o ustalar da yok. Ortak hikâyelerle birbirine bağlı, küçük topluluklar halinde de yaşamıyoruz. Küresel ve karmaşık bir dünyanın yarı dijital bireyleriyiz artık.

A. KADİR BOZKURT- Peki, bugün neler yapılabilir? Yazılı bir metin olmadan, bir anlatı nasıl kurgulanabilir? Hangi seyirciye nasıl ulaşılabilir?

ŞULE ATEŞ- Bunu yapabilmek için, öncelikle basit bir yapı, bir hikâye iskeleti kurgulayıp, bu iskeleti oyuncuyla birlikte etlendirmeye çalışıyoruz. Yani oyuncu metni, provalar sırasında bedenine yazıyor diyebilirim. Hikâyedeki mekânların, karakterlerin ve eylemlerin imgelerini buluyoruz. İmgeler üzerinden doğaçlama yaparken, hikâye detaylanıyor ve yeni imgeler ortaya çıkıyor. Yani oyunu imgelerle yazıyoruz aslında ve bütün imgeler oyuncunun belleğinde saklanıyor. Oyuncu-anlatıcı, gösteri sırasında bu imgeleri ne kadar canlı görebilirse, hikâye de o kadar canlanıyor. İmgeler sahici ve canlıysa, oyuncunun tepkisi de sahici ve canlı (yaşıyor) oluyor. Tabi ki imgeleri canlı tutabilmek, sözcükleri canlı tutabilmekten çok daha kolay…

Yani bana kalsa metni, asla kâğıt üzerine yazdırmam ve oyuncunun yazılı metni ezberlemesini istemem. Fakat ne yazık ki çalışma koşullarımız bazı tavizler vermeme neden oluyor. Her gün prova yapamıyoruz. Haftada bir ya da iki günlük provalarla oyuncunun imgeleri zihninde tutabilmesi o kadar kolay değil. Özellikle öncesinde bu tür bir deneyimi yoksa… Çalışma süresi uzamasın, hikâye kaybolmasın ve oyuncu kendini güvende hissetsin diye, doğaçlamalar sırasında ses kaydı aldık ve bunları kâğıda aktardık… Pınar yazılı metin üzerinde de çalıştı tabi… Fakat benim için bu oyundaki metin de, diğer bütün çalışmalarımda olduğu gibi bir sahne metninden ibaret. Bunu tercih ediyor ve daha değerli buluyorum. Neyse ki Pınar da metni geliştirme, değiştirme ve yeni eklemeler yapma konusunda son derece açık ve istekli. Metni seyirci önünde gelişmeye her oyunda ekleme ya da değişiklikler yapmaya devam ediyor.

Bir diğer mesele, oyuncu anlatıcının sahnedeki varlığı ya da varoluşu… Geleneksel hikâye anlatıcılığımızda, hikâye anlatıcısı bir kişi olarak her zaman oradadır. Seyirciyle ilişki halinde olan, anlatıcının ‘andaki’ varlığıdır. Hikâyedeki diğer karakterler ve olaylar, onun imgelemi üzerinden bize yansır. Anlatıcı asla aradan çekilmez ya da dramatik tiyatroda olduğu gibi, sanki aradan çekiliyor ‘muş gibi’ yapmaz. Tam tersi, bir yorumcu olarak orada olduğunu hep gösterir. Bu nedenle de en bilinen efsaneyi bile anlattığında, hikâye değişir, çünkü anlatıcının kendi varlığı ve bakış açısı girer araya.

A. KADİR BOZKURT- Bu özelliğiyle hikâye anlatıcısı günümüz performans sanatçısıyla aynı çizgide oluyor.

ŞULE ATEŞ- Evet…Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur, aynı zamanda otobiyografik bir anlatı olduğu için, oyuncu hem kendi varlığını hem de kendi hikâyesini paylaşıyor seyirciyle. Hikâye otobiyografik olmasa ve kurmaca bir karakterin hikâyesini anlatıyor olsa bile, seyirci, anlatıcının andaki varlığı ile her zaman iletişim halindedir. Bu aslında tercih edilmemiş olsa bile… O nedenle gizlemeye çalışmak yerine, anlatıcı-oyuncunun varlığını göstermeyi, özellikle seçmek gerekiyor diye düşünüyorum. Anlatıcının bulunduğu anlamsal katmanı anlatıya dâhil etmek, ‘gerçekçi tiyatro’dan çok daha gerçek bir deneyim hali yaratıyor diye düşünüyorum ben.

NOT: Şule Ateş’in yönettiği Pınar Göktaş’ın anlatıcı-oyuncu olarak yer aldığı Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur‘un ayrıntılarına https://youtu.be/tntEHJaZXj0 linkinden ulaşabilirsiniz.

Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur Mart Programı

10 Mart  20.30   Kültüral Performing Art –  Maslak

19 Mart  19.00   Koma Sahnesi – Kadıköy

20 Mart  19.00  Cem Karaca Kültür Merkezi – Bakırköy

27 Mart  19.00  Bahçe Galata – Beyoğlu