Teke Yarımadası’nın Antik Tiyatroları

Geride kalan günleri fazlaca eşeliyoruz ister istemez… 

Bu Covit-19 vesileyle evlere tıkıldığımız günlerde, Antik Yunan mitolojisinin birbirinden fantastik tanrılarını, tanrıların tanrısı Zeus ile Semele’den dünyaya gelen şarap tanrısı Dionysos’u, Antik Yunan uygarlığının Arkaik Çağı sayılan MÖ 7. ve 6. yüzyıllarda Dionysos onuruna düzenlenen bağbozumu şenliklerinde söylenen dithirambos şarkılarından tragedyanın doğuşunu, MÖ 5. yüzyılın popüler tragedya yazarından Sophokles’i, onun hayat verdiği tragedya kahramanlarından “Ben bu dünyaya kin değil, sevgi paylaşmaya geldim,” sözleriyle belleklerimizde kalıcı hale dönüşen Antigone’yi derken, tiyatronun başlangıcını yeniden anımsamaya çalıştım. 

Bir Akdenizli olarak, Teke Yarımadası’nda (Antalya ile Fethiye arasındaki bölge) yaşayan Lykialıların antik tiyatro yapılarını defalarca gördüm. Lykia Uygarlığının sahildeki tiyatro binalarını saymaya başladığımda; Kemer’de Phaselis, Kumluca’da Olympos ve Rhodiapolis, Finike’de Limyra ve Arykanda, Demre’de Myra, Kaş’ta Xanthos ve Antiphellos ve de 2020 yılının gözdesi Patara derken arkası arkasına ekleniyor birbirinden etkileyici antik tiyatro yapıları… 

Ve batıdan doğuya uzanan Antik Yunan Uygarlığının arasına sıkışan Lykialılarla ilgili sorular aklımda dönüp durmakta… 

Anadolu’nun yüksek kültürlerinden olduğu bilinen Lykia Uygarlığının, tragedya ya da komedya yazarları hakkında neden bilgimiz yok? Binlerce seyircilik tiyatroları şehirlerin göbeğine yerleştiren Lykialıların arasından hiç mi tiyatro yazarı çıkmamış? Ya da neden Lykialı yazarların tiyatro eserleri günümüze kalmamış? Bunları kimler araştırmış? Bulguları nerelere kadar uzanmış?  

Anadolu’da yaşayan diğer gelişmiş uygarlıklarla ilgili olarak da aynı sorular sorulmalı. Ege’nin karşı kıyısından Anadolu’ya bakanların neler gördüğünü kelimesi kelimesine ezberlemiş durumdayız. Ya Anadolu’dan Anadolu’ya baktığımızda görünenler? Aynı şeyler mi? Emin misiniz? Bir daha bakmak ister misiniz? En azından tiyatro akademisyenlerinin böyle bir merak taşımasını arzuluyorum aslında…  

İki yüzyıl öncesinde yazılan klasik arkeoloji ‘batıdan doğuya uzanan medeniyet’ temeli üstüne kurgulanmıştır. Romalı siyaset adamı ve tarihçi Marcus Tullius Cicero tarafından ‘tarih yazarlarının babası’ olarak nitelendirilen Herodot (MÖ 499 – 449) Batı’nın referans kaynaklarının başında gelir. Bir Anadolu insanı olarak Bodrum’da doğan ve Pers savaşlarında Atina’da bulunan Herodot’un yazdığı Herodot Tarihi’nde, Persleri yenilgiye uğratan İonialar övgüyle anlatılır. O dönemde İonia kentlerinin liderliğini yapan Atina altın çağındadır. Herodot’un da eserlerinde ulusalcı duygularını dizginleyemediği açıkça görülmektedir. Onun yazdıklarından yola çıkılarak Girit’ten ayrılan İonia göçerlerinin Lykia Uygarlığını kurduğu kabul edilmektedir. Bu arada Herodot’un dayanaktan yoksun anlatımlarından dolayı ‘yalanların babası’ olarak antik çağlardan beridir eleştiriye uğradığını da herkesin malumudur. 

Bir parça kafa karışıklığından uzaklaşmak için Herodot’tan yüzlerce yıl öncesinde yazılan İlyada Destanı’na göz atalım. Anadolu insanı olduğu varsayılan Homeros’un, MÖ 8. yüzyıldan kalan İlyada’sında Troia Savaşı ayrıntılı olarak anlatılır. Bu destanın mitolojik anlatılarla sınırlı olduğu düşünülürken 1870 yılında başlayan kazılarla Troia’nın Çanakkale yakınlarında olduğu ortaya çıkar. İlyada’da anlatılan savaşın MÖ 12. yüzyıl civarında yaşandığı varsayılmaktadır. Homeros’un eserindeki kahramanları arasında bulundan Sarpedon ile arkadaşları da Lykialıdır. Anadolu topraklarını Akhalardan (Yunan yarımadasından gelip Troia seferine katılan savaşçılar) koruyabilmek için Troialılarla birlikte savaşmaya gelmişlerdir. İlyada Destanı’nda Lykialı savaşçıların kahramanlıkları destansı biçimde işlenmektedir. Hektor gibi Sarpedon da kahramanlara yakışır biçimde ölecek ve Lykia topraklarına götürülerek şanına yakışır törenle gömülecektir. 

Bu örnek bile tiyatronun altın çağlarından yüzyıllar öncesinde Teke Yarımadası’ndaki gelişmiş Lykia Uygarlığının bulunduğunu kanıtlar. Herodot’un tarihi yanılgısına rağmen batının klasik arkeolojisi gerçeği kabullenmekte ayak diremektedir. Troia yerleşiminin Helen soyluları tarafından kurulduğu tezi de arkeoloji dünyasında uzun yıllar tartışılmıştır. Troia kazıları sonunda Helenleri kıskandıracak Troia kültürünün bütünüyle Anadolu yaratısı olduğu belgelenir. 

Çok zamandan beridir Cevat Şakir, Sebahattin Eyüpoğlu, Azra Erhat ve onların devamında, otuz yıldır Patara Antik Kenti’ndeki arkeolojik kazılarla aynı bayrağı dalgalandıran Prof. Dr. Fahri Işık ve Prof. Dr. Havva İşkan gibi isimler, Helen hayranlığı üstüne kurgulanan tarihin dogma olduğunu güçlerinin yettiğince dile getirmektedir. 

Son çıkan “Uygarlık Anadolu’dan Doğdu” kitabında, Avrupa Uygarlığını yaratan yüksek kültürlerin köklerinin Anadolu’da olduğu anlatan Prof. Dr. Fahri Işık ‘Batılılar ne der acaba?’ kaygısına düşmeden araştırmalarını ortaya koyuyor. İonia halklarının Anadolu’dan Avrupa’ya geçtiği anlatan bilimsel makalelerini yazmayı sürdürüyor ama Batılı meslektaşları nedense görmezlikten gelmeyi tercih etmiş. O yine de içerideki ve dışarıdaki Helen hayranlarının gölgelemesine takılmadan bilimsel bulguların ışığında Batı’nın uygarlık tarihini yeniden yazmaya çabalamakta… 

Üç yıldır Anadolu’nun kültürel mirasına sahipsiz olmadığını göstermeye yönelik hamlelerde bulunan Kültür ve Turizm Bakanlığı 2018’i ‘Troia Yılı’, 2019’u ‘Göbeklitepe Yılı’ ve 2020’yi ‘Patara Yılı’ olarak ilan etti. Bu vesileyle Teke Yöresi, Lykia Uygarlığı, Lykia Yolu, Lykia Tanrıları, Patara Meclis Binası ya da Patara Tiyatrosu fazlaca gündemimize gelecek gibi görünüyor. 

Bir sonraki ayın gündemi Kovid-19 salgınıyla kısıtlı kalırsa ‘Işıklar Ülkesi’ olarak bilinen Lykialılarla ilgili yazımıza devam ederiz herhalde… 

FOTOĞRAF YAZISI 

Kitabın Adı: Uygarlık Anadolu’dan Doğdu 

Yazar: Fahri Işık 

Yayınevi: Akdeniz Ülkeleri Akademisi Vakfı 

Türü: Araştırma – İnceleme  

Sayfa Sayısı: 765  

Kapak: Ciltli 

ISBN: 9786056941801