Tiyatro Sezonu Başlıyor

Uzun zamandır tiyatroya hasret seyirciler maskelerine ya da aşısına güvenerek tiyatrolara gitmenin hazırlıklarını yaparken; sahnelerin gerisinde yaşananları biraz çekiştirelim isterseniz…

İki sezondur küresel salgın nedeniyle geliri olmadan yaşamak zorunda kalan özel tiyatroların durumunu ağlamaklı ifadelerle dinleyerek “Ah canım, çok zor gerçekten,” diyen devletin tiyatrosundan birkaç oyuncunun sohbetine kulak misafiri olduğumda; denizde güneşlenirken provaya çağırdıklarını, iki oyunda birden sezona başlayacağını, küresel salgın döneminde burun buruna provanın da nereden çıktığını, başına bir şeyler gelirse vebalini kimselerin ödeyemeyeceğini, yeni sezonun da ertelenmesi gerektiğini söylerken, sağlam bir dizi denk geldiğinde arkalarına bakmadan çekip gitme konusunda uzlaşı içindeler.

Sırtını belediyelere yaslayan tiyatro sanatçılarının dertleri de pek farklı değilmişçesine; oyunculardan birisi “Bula bula bu oyunu mu buldular?” diyerek oynadığı oyunu yazarıyla birlikte yerin dibine sokuyor, bir diğeri “Bu oyunu bana bıraksaydılar,” diye dertlenmeye başlayarak yönetmenin yeteneksizliğini kanıtlamaya çalışıyor, bir başkası da birlikte oynadığı oyuncuyla ilgili “Daha sahnede nasıl duracağını öğrenemedi,” diyerek küresel salgının gerginliğini üstünden atmaya çalışıyor.

Bir duayen yönetmen hayatı boyunca defalarca sahnelediği oyunları yeniden sahnelemenin mücadelesi içinde “…ama bu iyi bir oyun,” derken; çevresine topladığı hayran bakışlı oyuncular “Kaç kez seyretmeye niyetlenmiştim ama bir türlü denk gelmedi, şimdi oyuncularınızdan birisi oldum, umarım çocuklarımız için daha sonra da sahnelersiniz,” diyerek duygularını dile getiriyor.

Bir başka duayen yönetmen tanınmış yazarların temcit pilavına dönüşmüş oyunlarını sahnelemenin gerekçesini “…ama bu kez bambaşka olacak,” diye açıklarken; bambaşka olmasına olanak tanımayan idari kadroya, teknik ekibe ve sanatçılara höykürerek, temcit pilavını bambaşka rejiyle yedirme formülünü başka bir ezbere bilinen oyuna erteliyor.

Bir grup tiyatrocunun arasında patronluğa soyunanlar ‘bir dokun, bin ah işit,’ dedirtircesine; sosyal güvencesiz çalıştırdıkları sanatçılara, teknik kadroya ve de diğerlerine “Ne sigortası? Burası ticarethane mi? Kim tiyatrodan para mı kazanmış ki? Kaç para kira ödediğimizi biliyor musunuz? Provaya para mı ödenir? Oyun başına ödeme yapıyoruz. Biz masrafları çıkarmanın peşindeyiz ama sizler sayemizde deneyim kazanıyorsunuz…” diyerek kendince haklı nedenlerini sıralıyor.

Tüm sanat yaşamını okullara tiyatro satarak geçirenlerin sohbeti uzaktan eğitimin zararları üstüne olurken; hem az oyunculu ve telifi olmayan çocuk oyunlarıyla ilgili arayışları sürmekte, hem de “Kaç oyuncu?” diye sorulduğunda “Hiç oyuncu olmasa daha iyi,” diyerek uzaktan erişimle okullara tiyatro yapmanın yolunu aramaktalar.

Bu tiyatro işini yetişkinlere yönelik yapanların dünyası bütünüyle karmakarışık; kimi sanat yaptığını söylüyor, kimi sanattan çorba parasını çıkarmaya çalışıyor, kimi çorbayı sanat olarak satmaya çalışıyor, kimi yurt dışında popülerlik kazanan oyunları sanat adına seyirciye kakalıyor, kimi telif ödemediği klasiklere yapışıp kalıyor, kimi başkasından seyrettiği oyunu kendi rejisiymiş gibi yeniden sahneliyor, kimi tiyatro adına masal anlatıyor, kimi onu da anlatmıyor, kiminde incir çekirdeğinin içinden performans gösterileri, kiminde ipe sapa gelmeyen tiyatro atölyeleri, deneysel tiyatro adına sahneye canlı bomba çıkarıp seyirciyle birlikte patlatmaya ramak kalmış.

Cam fanuslarda küresel salgın dönemini geçiren akademisyenlerin “Milattan önce beşinci yüzyılda, Dionysos onuruna düzenlenen şenliklerde…” diye başlayarak, değişen dünyaya, değiştiremedikleri ezberleriyle tiyatroyu anlatmaları da herkesin eğlence kaynağı. Hepsine de “Alkışınız bol olsun,” diyelim…